ÇOCUKLAR
DARWİN
YALAN
SÖYLEDİ!
HARUN YAHYA
ISBN
975-7986-95-X
VURAL
YAYINCILIK
1999
Çatalçeşme
Sok. Üretmen Han
No:
29/13 Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0
212) 511 42 30 - 638 21 72
Baskı:
SEÇİL OFSET
100.
Yıl Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4.
Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul
Tel: (0
212) 629 06 15
İÇİNDEKİLER
BAŞLARKEN
EVREN
NASIL MEYDANA GELDİ?
İŞTE
VÜCUDUMUZ!
ÇEVRENİZDEKİ
CANLILARIN ŞAŞIRTICI ÖZELLİKLERİ
İLGİNÇ
CANLILAR
KARA
TOPRAKTAN RENGARENK BİTKİLER NASIL ÇIKAR?
TEKRAR
DÜŞÜNELİM!
EVRİM
TEORİSİ NEDİR?
EVRİMCİLERE
GÖRE CANLILAR NASIL EVRİMLEŞİRLER?
EVRİMCİLERİN
BİR TÜRLÜ BULAMADIKLARI FOSİLLER
KAMBRİYEN DÖNEMİNDE NELER OLDU?
BALIKLARIN SÜRÜNGENE DÖNÜŞTÜKLERİ YALANI
ÇOK SAÇMA!
HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU?
İNSANIN EVRİMİ MASALI
DARWIN VE EVRİMCİLERİN EN ÇOK KORKTUKLARI KONULARDAN
BAZILARI
VÜCUDUMUZDAKİ BİLGİ BANKASI DNA
HERŞEYİ YARATAN ALLAH'TIR
SONUÇ
BAŞLARKEN
Çocuklar !
Hiç düşündünüz
mü?
"Dünyamız
nasıl meydana geldi?",
"Güneş ve
Ay nasıl meydana geldiler?",
"Doğmadan
önce neredeydiniz?",
"Denizler,
ağaçlar, hayvanlar nasıl meydana geldiler?",
"Kapkara,
hiçbir kokusu olmayan topraktan çok sevdiğiniz mis gibi kokan ve rengarenk muz,
kiraz, erik, çilek nasıl çıkıyor? Onlara kokularını, renklerini kim
veriyor?"
"Minicik
bir arı çok lezzetli balı yapmayı nereden biliyor? Çok düzgün
kenarları olan bal peteğini nasıl yapabiliyor?"
"İlk
insan kimdi?"
"Sizi
anneniz doğurdu. Ama ilk insanın bir annesi ve babası olamaz. O zaman ilk insan
birdenbire nasıl meydana çktı?"
Bu kitapta bu
soruların hepsinin en doğru cevabını öğreneceksiniz.
Bu en doğru
cevap nedir biliyor musunuz? Çevrenizde gördüğünüz her şeyi, sizi,
arkadaşlarınızı, anne-babanızı, dünyayı, güneşi, çok sevdiğiniz yiyecekleri,
muzları, kirazları, çilekleri, rengarenk gülleri, menekşeleri, güzel kokuları,
insanları, kedileri, köpekleri, karıncaları, arıları, atları, kuşları,
kelebekleri, kısacası her şeyi Allah yaratmıştır.
Size,
"minicik bir arının bal yapmayı nereden bildiğini hiç düşündünüz mü"
diye sormuştuk. İşte arıya bal yapmasını öğreten de Allah'tır.
Ancak bir de
bu konuda yalan söyleyen insanlar vardır. Onlar her şeyi Allah'ın yarattığına
inanmazlar ve her konuda yalan söylerler. Bu insanlara "evrimci",
söyledikleri yalana ise "Evrim Teorisi" denir.
Biz de sizin doğruları çok iyi öğrenmeniz için
önce doğru olanları anlattık. Kitabın ikinci bölümünde ise evrim teorisine
inananların, insanları nasıl yanılttıklarını gösterdik. Bu kitabı okuduktan
sonra, bir gün biri gelip size evrim teorisine inanmanızı söylerse, siz de ona
evrim teorisinin doğru olmadığını, her şeyi Allah'ın yarattığını
anlatabilirsiniz.
EVREN NASIL MEYDANA GELDİ?
Evren
nedir biliyor musunuz? Evren dünyamızı, güneşi, ayı, gezegenleri, yıldızları
içinde barındıran uçsuz bucaksız büyüklükteki uzaydır.
Siz
milyonlarca, milyarlarca kilometre yol gitseniz de uzayın sonuna ulaşamazsınız.
Çünkü uzay tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
İşte
bu sınırsız uzayın içinde bizim dünyamız bulunmaktadır. Ayrıca bizim dünyamız
gibi, güneş, ay ve milyarlarca yıldız vardır.
Peki
bütün bunlar nasıl meydana gelmiştir? Örneğin güneş nasıl var olmuştur? Veya
dünyamız nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu
soruya iki türlü cevap veren vardır. Bu cevaplardan bir tanesi doğrudur, diğeri
ise yanlıştır. Yanlış cevap verenler aynı zamanda evrim teorisine de inanan
kişilerdir. Şimdi arka sayfada size önce yanlış cevabı, sonra da doğru cevabı
söyleyeceğiz.
YANLIŞ CEVAP:
Yanlış cevap
verenler şöyle derler: Evren zaten hep vardı ve kendi kendine oluşmuştu. Yani
birçok madde kendi kendine bir araya gelerek güneşi, yıldızları, dünyayı,
denizleri, ağaçları, nehirleri, dağları tesadüfen oluşturmuştu.
Sizce bu çok
mantıksız değil mi? Bir arkadaşınız gelip size şöyle bir şey söylese: "Ben
büyük bir kutunun içine biraz toprak, biraz taş, biraz su koymuştum. Sonra
birkaç sene bekledim ve bu kutunun içinden bir bilgisayar çıktı." Siz onun
bu sözüne inanır mısınız? Herhalde arkadaşınızın şaka yaptığını veya yalan
söylediğini düşünürsünüz.
İşte
evrimciler böyle açıkça yalan söylerler. Bir bilgisayar bile tesadüfler
sonucunda kendi kendine oluşamaz. Önce biri bilgisayarın nasıl olacağını
planlar, hangi parçaların kullanılacağını belirler. Sonra çok büyük
fabrikalarda, yüzlerce işçi, mühendis, teknisyen bir araya gelirler. Çok büyük
makinaları kullanarak bilgisayar yaparlar. Yani siz bir bilgisayar gördüğünüzde
bunun kendi kendine orada belirmediğini bilirsiniz. Bilgisayarın akıllı
birileri tarafından yapıldığı çok açıktır, değil mi?
Güneş, dünya
ve diğer gezegenler bilgisayardan çok daha büyüklerdir. Öyle ise bilgisayarı
yapan biri olduğuna göre, güneşi, dünyayı, ayı ve yıldızları da yaratan bir güç
vardır.
DOĞRU CEVAP:
Doğru cevabın
ne olduğunu anladınız mı? Güneşi, dünyayı, gezegenleri, yıldızları Allah
yaratmıştır. Evrende her şey çok kusursuz ve düzenlidir. Çünkü tüm evreni Allah
yaratmış, her şeyi olması gereken yere yerleştirmiştir.
Allah Evreni
Nasıl Var Etti?
Bilim adamları
son yıllarda çok önemli bir şey buldular. Bu önemli şey şuydu: evren var
olmadan önce hiçbir şey yoktu. Ne yer, ne hava, ne su, ne yıldızlar, boşluk
bile yoktu. Bu yokluk içinde ise küçücük bir nokta vardı. Ancak bu nokta gözle
bile görülemeyecek kadar küçüktü. Bu noktanın içinde bir sürü madde
sıkıştırılmıştı. Sonra bir anda bu nokta patladı. Nokta patlayınca içine
sıkıştırılmış olan bütün maddeler fırladılar ve sonra bu fırlayan maddeler
birleşerek önce atomları, sonra bu atomlar birleşerek yıldızları, güneşimizi,
dünyamızı ve diğer gezegenleri oluşturdular. İşte bu patlamaya bilimadamları
"Büyük Patlama" adını verdiler. Ve büyük patlama sonucunda evrendeki
her şey oluştu.
Şimdi burada
çok önemli bir konuyu düşünmeniz gerekiyor. Diyelim ki siz bir balonun içine
yap-boz oyununuzun bütün parçalarını dağınık olarak doldurdunuz. Sonra balonu
şişirdiniz ve bir anda balonu patlattınız. Yani "Büyük Patlama" oldu.
Peki balonun içine doldurduğunuz yap-boz parçaları ne olur? Odanın ortasında
sizin bile yapamayacağınız güzellikte bahçeli bir ev veya havaalanı
oluşturabilirler mi? Yoksa dağınık olarak odanın etrafına mı saçılırlar?
Tabi ki balon
patlayınca içindeki yap-boz parçaları odanıza dağınık olarak saçılır. Yap-boz
parçalarının bir ev veya bir havaalanı oluşturabilmesi için sizin onları
düzenlemeniz gerekir.
İşte,
"Büyük Patlama"yı yaratan, Büyük Patlama'dan sonra uzaya saçılan
maddeleri düzenleyen, bu maddeleri bir araya getirerek güneşi, dünyayı,
gezegenleri, yıldızları yaratan Allah'tır. Yani hiçbir şey yokken, Allah bir
anda "Ol" emrini vermiş ve tüm gezegenleri, dünyamızı ve güneşi
yaratmıştır. Tek bir gezegenin bile yaratılması çok zordur. Ancak Allah
milyarlarca gezegen ve yıldızı bir kerede yaratmıştır. Çünkü Allah çok üstün ve
güçlüdür. Allah'ın
gücü her şeye yeter. Allah bir şeyi istediği zaman, onu hemen yapabilir.
Allah, bizlere Kendisini ve
yarattıklarını tanıttığı Kitabı olan Kuran'ı göndermiştir. Ve biz her şeyin en
doğrusunu Kuran'a bakarak öğrenebiliriz. Örneğin "Allah her şeyi nasıl
yaratmıştır" diye sorduğumuzda, Allah Kuran'da bize şöyle cevap verir:
"(Allah) Gökleri ve yeri
yoktan yaratandır... O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir." (Enam
Suresi, 101)
Allah Dünyayı Bizim İçin Yarattı
Gördüğünüz gibi dünyamızı, güneşi,
yıldızları ve ayı Allah yaratmıştır. Peki dünyamızın üzerinde canlılar nasıl
oluşmuştur? Bir düşünün koskocaman bir gezegen var ama üstü bomboş.
İnsan yok, hayvanlar yok, çiçekler ve böcekler de yok.
Dünyamız
üzerinde canlıların yaşayabilmesi için pek çok özellikle süslenmiştir. Bu
özellikleri dünyaya veren de Allah'tır. Yoksa hiçbirimiz var olamazdık. Ne siz, ne anne babanız, ne de arkadaşlarınız burada olmazlardı.
Şimdi, dünyada
canlıların yaşayabilmesi için Allah dünyayı nasıl yaratmış sırayla görelim:
1. Bir
düşünün… Evrendeki her şey ne kadar düzenli. Güneş tam bizi ısıtacak, bize ışık
verecek bir yere yerleştirilmiş. Eğer Güneş olmasaydı, dünyamızda hiçbir canlı
olmazdı. Ne siz, ne hayvanlar, ne de diğer canlılar yaşayamazlardı.
2. Bir de Allah,
Dünyamız'ın Güneş'e uzaklığını en iyi şekilde ayarlamış. Eğer Dünya Güneş'e
biraz daha yakın olsaydı, Dünyamız sıcaktan kavrulurdu ve biz yine olamazdık.
Eğer Dünya Güneş'e biraz daha uzak olsaydı, o zaman da dünyanın her yeri buz
kaplı olurdu ve yine canlılar yaşayamazlardı. İşte bu yüzden diğer gezegenlerde hayat yoktur. Çünkü bu gezegenler ya
güneşe çok yakındırlar ya da çok uzaktırlar.
3. Sizin de
bildiğiniz gibi tüm canlıların yaşayabilmeleri için nefes almaları gerekir. Nefes
alabilmek içinse havada oksijen olması gerekir. Havada insanların nefes alması
için tam gereken miktarda oksijen vardır. Biraz daha az veya biraz daha fazla
oksijen olsaydı, ne biz ne hayvanlar ne de bitkiler yaşayamazdık. Çünkü demin
de dediğimiz gibi hepimiz yaşamak için nefes alıp vermek zorundayız. Ve bunun
için de mutlaka oksijene ihtiyacımız var.
4. Bizim yaşamamızı sağlayan en
önemli şeylerden biri de sudur. Hiçbir canlı susuz yaşayamaz. Bu nedenle Allah
dünyanın büyük bir kısmını su olarak yaratmıştır. Dünyanın dörtte üçü sularla
kaplıdır. Oysa diğer gezegenlerin hiçbirinde ve geceleri gökyüzünde gördüğünüz
Ay'da su yoktur. Sadece Dünya'da canlıların olması için gerekli her şey vardır.
Bizim dünyada yaşayabilmemizi
sağlayan binlerce olay vardır. Bunlardan bir tanesi bile olmasa dünyada tek bir
canlı kalmaz. Peki bu binlerce olay tesadüfen bir araya gelmiş ve böyle dünya
gibi bir yeri oluşturmuş olabilir mi? Elbette ki
hayır. Bunların hiçbiri tesadüfen gerçekleşemez. Allah dünyayı insanlar için
yaratmıştır. Onun için de dünya bizim için en uygun yerdir.
Dünya ve tüm
evren tesadüfen oluştu diyenlere şöyle bir soru sorabilirsiniz? Diyelim ki,
kumsalda oyun oynuyorsunuz ve birdenbire büyük dalgalar gelmeye başladı ve siz
hemen evinize döndünüz. Birkaç saat sonra dalgalar geçince tekrar kumsala
döndüğünüzde ise çok şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştınız. Kumsalda harika
bir kumdan şehir yapılmış. Evler, hastaneler, havaalanı, otobüsler bile
unutulmamış. Hatta insan şekilleri bile konmuş. Yanınızdaki arkadaşınıza
bunların burada nasıl oluştuklarını sordunuz. O da size "biraz önce gelen
büyük dalgalar bu kumdan şehri yapmış olabilir" diye cevap verse ne
düşünürsünüz? Arkadaşınızın hayal gördüğünden şüphe etmez misiniz?
Ya da şaka
yaptığını düşünüp gülebilirsiniz. Çünkü bu kadar mükemmel bir kumdan şehri
denizdeki dalgaların tesadüfen oluşturması imkansızdır. Belli ki bu işi iyi
bilen biri gelip kumdan şehri yapıp gitmiştir.
Ama bazı
insanlar, hem de bazıları profesör veya bilimadamı olmalarına rağmen bu kadar
komik bir şeyi kabul ederler. Onlar, "kumdan şehri dalgalar
oluşturdu" demezler ama, "güneşi, yıldızları, dünyayı bir araya gelen
küçücük madde parçaları yani atomlar kendi kendilerine, tesadüflerle
oluşturdu" derler. Çünkü bu insanlar her şeyi Allah'ın yarattığını
söylemek istemezler. Doğru olana inanmayarak, yanlış olanı savunurlar. Size
kitabın sonlarına doğru bu insanların kimler olduklarını daha detaylı olarak
anlatacağız.
Dünyayı çepeçevre koruyan zırh: Atmosfer
Dünyaya her
gün pek çok göktaşı düştüğünü biliyor musunuz?
Göktaşları
diğer gezegenlere düştüklerinde dev büyüklükte kraterler açarlar. Ancak dünyaya
düştüklerinde dünyaya zarar gelmez.
Peki ama,
neden göktaşları uzaydaki diğer gezegenlerin yüzeylerine büyük hasarlar
veriyorlar da dünyaya hiçbir zarar veremiyorlar?
Bunun sebebi
dünyamızı saran atmosferdir. Atmosfer tüm Dünya'nın çevresini koruyucu bir zırh
gibi kaplar. Uzaydan atmosfere giren bir göktaşı yanarak küçülür. Göktaşı dünya
yüzeyine iyice yaklaştığında artık epeyce küçülmüştür. Böylece göktaşı dünya
yüzeyine vardığında çok çok küçülmüş, hatta bazen tamamen yok olmuş olduğundan
bizlere zarar vermez.
Atmosfer
sadece göktaşlarının zararlarını önlemekle kalmaz. Ayrıca Güneş'ten gelen
zararlı ışınları da emer. Eğer bu zararlı ışınlar yeryüzüne ulaşsalardı, yine
canlıların yaşaması mümkün olamazdı.
Burada
bahsettiğimiz bu iki özellik bile bize atmosferin gelişigüzel oluşmadığını
gösterir. Yeryüzündeki canlılara karşı çok şefkatli ve aynı zamanda da sonsuz
gücü olan Allah, atmosferi yaratmıştır. Ve bizi bu atmosferle tehlikelerden
korumaktadır.
Atomlar
Düşünebilir mi?
Biraz önce
size anlattığımız gibi, Büyük
Patlama'dan sonra, önce ATOMLAR ortaya çıktı. Peki siz atomun ne olduğunu
biliyor musunuz?
İlk önce
atomun nasıl bir şey olduğunu tarif edelim. Atomu sizin oynarken kullandığınız
bilyelere benzetebiliriz. Ama şu ana kadar hiç görmediğiniz kadar ufak
bilyelerdir bunlar.
Şimdi
etrafınıza bir bakın! Gördüğünüz her şey aslında bu bilyelerin yani atomların
bir araya gelmesiyle oluşuyor. Şu an oturduğunuz koltuk, elinizdeki kitap,
anneniz, okuldaki öğretmeniniz, seyrettiğiniz televizyon, mutfaktaki elmalar,
karpuzlar, çikolatalar, köpeğiniz, su, bahçenizdeki çiçekler, oyuncaklarınız,
hatta kendi vücudunuz da atomlardan yapılmıştır. Ayrıca size geçen bölümde
anlattığımız evreni oluşturan yıldızlar, güneşler ve bu arada üzerinde
yaşadığınız dünya da tıpkı sizin gibi atomlardan oluşmuştur. Gezdiğiniz her
yerde, bulunduğunuz her köşede atomlar vardır.
Ama siz bu
atom dediğimiz küçük varlıkları göremezsiniz. Çünkü onlar sizin hayal dahi
edemeyeceğiniz kadar küçüktürler. Öylesine küçüktürler ki en büyük
mikroskoplarla bir tanesini dahi görmek mümkün değildir. Bir atomun ne kadar
küçük olduğunu anlatmak için size şöyle bir örnek verelim:
Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki
atomları görebilmeniz mümkün değildir. "Atomları mutlaka görmek
istiyorum" diyorsanız, elinizdeki anahtarı dünya kadar büyütmeniz
gerekecektir. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte o zaman
anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları
görebilirsiniz.
Peki acaba
Büyük Patlama'dan sonra ortaya çıkan atomlar nasıl olup da bir araya
gelmişlerdir? Yani
atomlar cansızdır. Akılları, zekaları yoktur. Karar veremezler. Örneğin
"haydi biz şimdi bir araya gelelim de bir yıldız oluşturalım" veya
"hadi birbirimize yaklaşalım da dünyayı meydana getirelim"
diyemezler. Bunu şöyle de örneklendirebiliriz: Daha önce bahsettiğimiz bir
yap-boz oyunu vardı. Yap-boz oyununun parçaları cansızdır ve onlar da atomlar
gibi karar veremezler. Onları etrafa dağıtacak olsanız, onlar da "haydi
bir araya gelip bir kale resmi veya bir insan resmi ortaya çıkaralım" diye
düşünemezler.
O halde yine soralım: Atomlardan oluşan bu yıldızlar, gezegenler,
insanlar, hayvanlar nasıl ortaya çıkmıştır? Atomlar karar vermediyse, onları
kim bir araya getirmiştir?
Elbette etrafınızdaki hiçbir şey
bir rastlantı sonucu oluşamaz. Atomları bir araya getiren Allah'tır. Allah
atomlardan tüm uzayı, gezegenleri, yıldızları, Dünya'yı, hayvanları, bitkileri,
insanları yaratmıştır.
Atomlardan Nasıl
İnsanlar Oluşur?
Atomlar bir araya gelip insanları
oluştururlar dedik, ama mutlaka siz de bunun nasıl olduğunu merak
etmişsinizdir. Önce atomlar bir araya gelip HÜCRE'leri oluştururlar. Yine yeni
bir şey öğreniyoruz: Acaba hücre nedir?
Tüm canlıların bedenleri
hücrelerden oluşur. Hücreler de atomlar kadar olmasa da çok küçüktürler ve
gözle görülmezler. Bu küçüklüğü şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: On bin
(10.000) tane hücreyi bir araya getirirsek sadece bir toplu iğnenin başı kadar
yer kaplarlar. İşte bu yüzden siz onları göremezsiniz. Ama insanların,
karıncaların, kedilerin, güllerin, ağaçların etrafınızda gördüğünüz CANLI olan
her şeyin içinde hücreler vardır. Örneğin siz de trilyonlarca hücrenin bir
araya gelmesiyle meydana geldiniz.
Peki bu trilyonlarca hücre nereden geldi?
Küçük kardeşinize bir bakın. 2 sene önce ortada yoktu,
sonra birdenbire var oldu ve yavaş yavaş büyüdü. Bu çok şaşırtıcı olay acaba
nasıl gerçekleşti?
Küçük
kardeşiniz ilk önce annenizin karnında tek bir hücre olarak meydana geldi. Ama
bu tek hücre, içinde çok önemli bilgiler saklıyordu. Kardeşinizin şu an olduğu
hale gelmesini sağlayacak bütün bilgiler bu hücrenin içinde vardı; göz rengi,
saç rengi, boyunun uzunluğu…
Sonra o hücre
biraz büyüdü. Ve birden bölünmeye başladı. İlk önce ikiye bölündü. Ama burada
çok şaşıracağınız bir şey oldu ve hücre ikiye bölündüğü halde içindeki bilgiler
bölünmedi. Yani ortaya çıkan iki hücrede de aynı bilgiler oluştu. Bundan sonra
her bölünen hücre için de aynı şey oldu ve sürekli aynı bilgilere hiç
eksilmeden sahip olan bir sürü hücre meydana geldi. Sonra bunlar da bölündüler,
sonra diğerleri de bölündüler… Bu böyle sürdü ve en sonunda milyonlarca hücre
oldu.
Ama burada
daha da şaşırtıcı, hiç ummayacağınız bir olay gerçekleşti!
Bu hücreler
içlerinde aynı bilgi olmasına rağmen, farklı farklı görevler aldılar. Bir
bölümü kardeşinizin derisini oluşturan hücreler oldular. Başka bir bölümü
kasları, diğerleri iskeleti, diğerleri beyin sinirlerini meydana getirdiler.
Hücreler
çoğaldıkça, bir top şeklinde olan hücre yığını da şekillendi, biçim aldı.
Üstteki resimlerde görüldüğü gibi önce kardeşinizin başı, incecik kolları ve
bacakları ortaya çıktı. Hücreler büyümeye ve bölünmeye devam ettiler ve 9 ay
sonra tam bir bebek haline geldiler. İşte siz o aşamada kardeşinizle ilk kez
tanıştınız.
Buraya kadar
anlattıklarımız sizi çok şaşırtmıştır. Belki de hücreler neden farklı görevler
aldılar, nasıl olup da böyle düzgün bir şekle girdiler diye düşünmüşsünüzdür.
İşte tüm bunları yapan Allah'tır. Hücreler küçücük, gözle görülmeyen
varlıklardır. Atomlar gibi onların da kendi başlarına karar almaları, bir araya
gelip bir insan oluşturmaları mümkün değildir. Kardeşinizin ve diğer tüm
insanların, hücrelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluştuğunu düşünmek
kuşkusuz son derece saçmadır.
Her şeyin
Yaratıcısı olan Allah tüm insanları kusursuzca yaratmıştır. Ve bize gönderdiği
Kitap'ta insanların bu konuyu düşünmeleri gerektiğini şöyle haber vermiştir:
İnsan önceden, hiçbir
şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu düşünmüyor mu? (Meryem
Suresi, 67)
Kardeşiniz ve
diğer tüm insanlar gibi siz de tek bir hücreyken büyüdünüz, büyüdünüz ve
koskocaman bir insan haline geldiniz. Ve şu anda da dünyada güzel bir yaşam
sürdürüyorsunuz. Bunların tümünü Allah'a borçlusunuz. Allah sizi çok seviyor ve
size sürekli güzel nimetler veriyor. O halde sakın sizi yaratan Allah'a
şükretmeyi unutmayın.
İŞTE VÜCUDUMUZ!
Vücutlarımız, dünyada rahatça yaşayabilmemiz,
koşup-oynayabilmemiz, okuyup-yazabilmemiz, kısacası her işi yapabilmemiz için
tasarlanmış kusursuz makinalardır. Bu makinalar öyle harikadırlar ki, en ileri
teknolojilerle bile bir benzerleri yapılamaz. Yıllarca hiç durmadan, bozulunca
kendi kendisini tamir ederek çalışan vücudumuz hakkında ne kadar bilginiz var?
Dünyaya Açılan Pencerelerimiz:
Gözler
Vücudumuzdaki her organ bizim için çok önemlidir. Bir
tanesinin bile eksik olması bütün hayatımızı değiştirebilir. Örneğin
gözlerimiz… Hiç gözünüz olmadığında ne yapardınız düşündünüz mü? Anne ve
babanızın, kardeşlerinizin, arkadaşlarınızın yüzlerinin nasıl olduğunu
bilemezdiniz. Güzel olan hiçbir şeyi göremezdiniz. Oyuncaklarınızla
oynayamazdınız. Bu kitaptaki renkli resimlerin hiçbirini göremezdiniz. Örneğin
bir köpek neye benzer, bir tavşan nasıldır hiç aklınızda canlandıramazdınız.
Televizyonda sevdiğiniz çizgi filmleri seyredemezdiniz. İşlerinizi kolay
yapamazdınız. Yolunuzu evin içinde bile bulamayabilirdiniz. Renklerin şekillerin hiçbirini göremez, ışığın ne
olduğunu bilmez ve bunların hiçbirinin ayrımını yapamazdınız. Ve
bu liste saymakla bitmez.
Allah insanların hepsini görebilecekleri gözleri
ile yaratmıştır. Bu Allah'ın insanlara verdiği çok önemli bir güzelliktir.
Ayrıca göz çok önemli işler gerçekleştiren bir
organdır. Biz hiç farkında değilken gözlerimiz bu önemli işlemleri yaparlar ve
biz ancak ondan sonra etrafımızı görebiliriz.
Nasıl gördüğümüze çok kısaca bakalım:
Dünyada her cismin çevresine yaydığı bir ışığı vardır.
Örneğin siz bu kitaba bakarken bu kitaptan gelen ışık şu anda sizin göz
bebeğinizin içinden gözünüzün arka kısmına giriyor.
Gözünüzün arka kısmında birçok işlem gerçekleştikten
sonra bu ışık, elektrik sinyaline dönüşüyor. Elektrik sinyali ise beyninize gidiyor. Beyninizin arka
kısmında ise görmenizi sağlayan bir yer (görme merkeziniz) var. Görme
merkeziniz küçücük bir nokta. İşte elektrik sinyalleri bu küçücük noktanın
üzerinde sizin bakmakta olduğunuz kitabın görüntüsünü oluşturuyor ve siz bu
kitabı o anda görüyorsunuz.
Bunları çok basitleştirerek anlatmak bile bu kadar uzun
sürüyor, ama görmeniz bu kadar uzun sürmüyor. Bu işlemler o kadar hızlı
gerçekleşiyor ki kitaba baktığınız anda onu görebiliyorsunuz.
Çok
mükemmel bir sistem değil mi? Hatırlarsanız size kitabın başında evrimcilerden
söz etmiştik. Ve bu kişilerin dünyanın, evrenin, yıldızların ve tüm canlıların
kendi kendine tesadüfen meydana geldiğini söylediklerini söylemiştik. Şimdi bu
yalan söyleyen insanlar gözlerimiz için de aynı yalanı söylerler. Derler ki:
gözler tesadüfen, kendi kendine meydana geldi. Bu kadar karmaşık, bu kadar
mükemmel bir sistem hiç kendi kendine oluşabilir mi? Bunun ne kadar saçma bir
iddia olduğunu daha iyi anlamak için gelin bir örnek verelim:
Mühendisler, fotoğraf makinalarını ve kameraları insan
gözlerini taklit ederek yapmışlardır. Ancak bu aletlerin hiçbiri gözünüz kadar
güzel bir görüntü vermez. Şimdi başınızı kitaptan kaldırın ve çevrenize bir
bakın. Ne kadar net görüyorsunuz değil mi? Görüntünüzde hiçbir bulanıklık yok.
Karlanma veya kayma da yok. Ama bir de televizyon ekranına bakın. Çoğu zaman
karlanmalar olabiliyor veya görüntü kayıyor. Bunlar olmadığı zamanda bile asla
gözünüzün oluşturduğu kadar güzel bir görüntü oluşturamıyorlar.
Şimdi bir düşünelim. Demek ki gözümüz kameralardan,
fotoğraf makinalarından veya televizyondan çok daha kaliteli bir alet. Şimdi
biri size gelip şöyle dese ne yaparsınız?
"Evde duran elektrik kabloları, vidalar, çekiç,
tornavida, kapı, pencere vs. bir fırtına sonucu bahçeye uçup bir araya
toplandılar. Daha sonra bunların üzerine şimşekler çaktı, yağmur yağdı, biraz
toprakla karıştılar, aradan biraz vakit geçti ve derken bir de baktım ki bir
televizyon ortaya çıkmış. Ben de onu aldım getirip eve koydum."
Herhalde o kişinin
aklının çalışmadığını veya yalan söylediğini düşünürsünüz. Çünkü televizyonlar
yüzlerce mühendis ve uzman kişi tarafından çok büyük fabrikalarda yapılır.
Tesadüfen ve kendi kendine oluşması imkansızdır.
Öyle ise televizyondan daha kaliteli olan göz kendi
kendine oluşmuş olabilir mi? Elbette ki olamaz. Nasıl televizyon kendiliğinden
ortaya çıkmıyorsa, birileri tarafından yapılıyorsa, göz de tesadüfen
oluşmamıştır. Gözlerimizi bu kadar net, 3 boyutlu ve renkli görecek şekilde
yaratan Allah'tır. Bu nedenle gördüğümüz her güzel şey için Allah'a
şükretmeliyiz.
Hışırtısız İşiten Kulaklarımız
Allah kulaklarımızı da aynı gözlerimiz gibi mükemmel
yaratmıştır. Örneğin bir müzik setini düşünün. En iyi müzik setini açtığınızda
bile bir hışırtı veya cızırtı duyarsınız. Sık sık radyonun kanalları
karışabilir. Şimdi hiç konuşmayın ve dinleyin: hiçbir hışırtı duyuyor musunuz?
Kulağınız asla hışırtı çıkarmaz. Sesleri çok güzel, tam oldukları gibi net
duyarsınız. Bir düşünsenize, kulaklarınız da müzik setleri gibi hışırtılı
çalışabilirdi. Ama Allah kulaklarımızı kusursuz yaratmıştır ve biz hiçbir
rahatsızlık hissetmeden çevremizdeki sesleri duyabiliriz.
Allah kulaklarımızı bizim rahatsız olacağımız bazı
sesleri de duymayacağımız şekilde yaratmıştır. Örneğin vücudumuzda kan çok
hızlı akar ve bu akışı sırasında çok fazla gürültü çıkarır. Ama onun çıkardığı
sesi bizim kulağımız duyamaz. Veya dünyamız dönerken de çok güçlü bir ses
çıkartır. Ancak Allah kulağımızı o kadar mükemmel yaratmıştır ki biz o sesi de
duymayız. Allah bize karşı çok merhametlidir. Onun için ömür boyu rahatsız
olacağımız sesleri bize duyurmaz.
Bizim ise Allah'ın merhametine karşılık olarak Allah'a
şükretmemiz gerekir. Kuran'da bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:
"Allah, sizi
annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz
diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi." (Nahl Suresi, 78)
Hiç Yorulmayan Kalbimiz
Kalbimiz bizim için çok önemli bir organdır. Kalbimiz
dakikada yaklaşık 72 kere, yılda ise 40 milyon kere pompalama yapar. Bunun ne
kadar yorucu bir işlem olduğunu anlamak için elinizi yumruk yapın ve sonra bu
şekilde açıp kapamaya başlayın. Sizce böyle bir hareketi kaç dakika boyunca
yapabilirsiniz. Yaklaşık yumruğunuz kadar olan kalbiniz bu hareketi sizin
yaşamınız boyunca ve bir kere bile durmadan yapar. Bizler uyuduğumuz zaman bile
kalbimiz hiç durmaz. Biraz heyecanlansak kalbimiz daha hızlı atar, dinlenirken
yavaşlar. Tüm bu ayarlamaları kalbimiz biz hiç farkında değilken, otomatik olarak
yapar.
Kalbimiz her atışında vücudumuza kan pompalar. Ve bu
kanın içinde yaşamamız için gerekli olan maddeler vardır. Bu sayede
vücudumuzdaki her hücre ihtiyacı olan oksijene ve besinlere kavuşur. Kalbimiz
her gün 43 bin litre kan pompalamaktadır. Bu ne kadar kan demektir biliyor
musunuz? Yaklaşık 150 küveti dolduracak kadar kan demektir. Elinize küçük bir
bardak alsanız ve bir küvet dolusu suyu bu bardakla boşaltmaya çalışsanız ne
kadar yorulursunuz değil mi? Bir de düşünün ki, 150 küvet dolusu suyu küçük bir
bardakla boşaltacaksınız. Herhalde böyle zor bir işi yapamazdınız. Ancak
kalbimiz bu işi her gün, bizim doğduğumuz günden beri yapar ve öleceğimiz güne
kadar da yapacaktır. Üstelik hiç ara vermez. Örneğin siz bir iş yaparken
yorulursanız dinlenmek için ara verirsiniz. Gidip yatarsınız veya uzanırsınız.
Kalbimiz ise hiç yorulmaz. Çünkü kalp bizim yaşamamız için çok önemlidir.
Küçüktür ama yaptığı iş çok büyüktür. Bu yüzden Allah onu hiç yorulmayacak gibi
güçlü yaratmıştır.
Vücudumuzda Bizi Mikroplara Karşı Koruyan Bir Ordu Bulunduğunu
Biliyor muydunuz?
Biz hiç göremeyiz ama oturduğumuz yer, soluduğumuz hava,
tuttuğumuz yerler mikrop ve virüslerle doludur. Mikroplar ve virüsler
insanlarda hastalığa neden olan minik varlıklardır. Biz onları gözümüzle
göremeyiz ama onlar bizi hasta yapıp güçsüzleştirebilirler.
Ancak gözümüzle göremediğimiz başka canlılar da vardır.
Bunlar da bizim içimizde yaşayan ve bizi bu mikrop ve virüs düşmanlarımıza
karşı koruyan bir ordudur. Bu ordunun adı "Savunma Sistemi"dir.
Savunma sistemimiz vücudumuzda kanın içinde yaşar.
Savunma sistemimizi oluşturan hücrelere akyuvarlar denir.
Vücudumuza bir düşman girdiğinde, kanımız tıpkı bir
laboratuvar gibi çalışır. Hemen bu düşmanla savaşmak üzere çok özel maddeler
üretir ve bunların sayısını düşmanın gücüne göre çoğaltır. Ve vücudumuzda
kıyasıya bir savaş başlar. Bazen biz bu savaşı hiç hissetmeden vücudumuzdaki
ordu savaşı kazanır, mikroplar ve virüsler ölür.
Bazen de bu savaşı hissederiz. Nasıl mı? Ateşlenerek!
Şimdiye kadar mutlaka bir kaç kez ateşiniz çıkmıştır. İşte bu sırada
vücudunuzdaki ordunuzla düşmanlarınız savaşıyorlardı. Savaş sırasında vücudunuz
sahip olduğu bütün enerjiyi kullanır ve daha fazlasına ihtiyaç duyar. Vücudunuz
savaşırken eğer siz gidip bahçede koşarsanız, ordunuzun kullanacağı enerjiyi
kullanmış olursunuz. Bu durumda ordunuz savaşı kaybeder ve siz hastalanırsınız.
Ama ateşiniz çıktığı zaman doğal olarak yatarsanız, o zaman tüm enerjinizi
ordunuz kullanır. Böylece ordu düşmanlara karşı zafer kazanır. Yani aslında
ateşimiz çıktığında vücudumuz bize "dinlen" mesajı vermektedir.
Eğer bizim bir savunma sistemimiz olmasaydı, ne olurdu
biliyor musunuz? Doğduktan çok kısa bir süre sonra vücudumuza giren ilk mikrop
yüzünden ölürdük. Allah, her insanı bir savunma sistemi ile birlikte yaratır.
Çünkü Allah insanlara karşı çok merhametli ve şefkatlidir. Kitabın başından
beri gördüğünüz gibi biz her an yaşamamızı, güzel şeyler görmemizi, güzel
yiyecekler yememizi Allah'a borçluyuz. Onun için gördüğümüz her şeyde hemen
Allah'ı düşünmeliyiz ve şöyle demeliyiz: "Allah'ım bana bunları verdiğin
için sana şükrediyorum."
ÇEVRENİZDEKİ CANLILARIN ŞAŞIRTICI ÖZELLİKLERİ
Her gün
gördüğünüz bazı canlıların çok şaşırtıcı özellikleri olduğunu biliyor muydunuz?
Allah dünyamızı
yarattıktan sonra onun üzerinde sayısız canlı da yaratmıştır. Bu canlılardan
bir tanesi insandır. İnsanın nasıl yaratıldığını size biraz önce anlattık. Ama
dünya üzerinde insan dışında canlılar da vardır. Bunlar, hayvanlar ve bitkilerdir.
Şimdi bu bölümde Allah'ın yarattığı bazı hayvanlardaki ve bitkilerdeki çok
şaşırtıcı özellikleri anlatacağız. Bunların bir kısmı sizin belki de her gün
yolda yürürken, bahçede oynarken veya balkonda otururken gördüğünüz canlılar.
Ama şimdiye kadar onların bu özelliklerini hiç düşünmemiş olabilirsiniz.
Allah insanları yaratırken onlara Kendisi'ni
düşünmeleri için birçok özellik verir. Örneğin bu sayfadaki resimlerde bir
sivrisinek bir de insan görüyorsunuz. Sivrisinek insandan binlerce kat
küçüktür. Ama buna rağmen insan gece yatağında yatarken bu küçücük canlıya
karşı savunmasızdır. Ne yaparsa yapsın, sineğin gelip kendisini ısırmasını
engelleyemez. İşte Allah, insandan çok daha küçük olmasına rağmen
sivrisineklere de önemli bazı özellikler vermiştir. Bu sayede insanların
düşünmesini ister. İnsanların, Allah dilemedikten sonra bir sivrisineğe karşı
bile hiçbir şey yapamayacaklarını anlamalarını ister. Ki böylece insan Allah'ın
karşısında kendisinin hiçbir gücü olmadığını anlasın.
Şimdi siz de
kendiniz için bir düşünün. Gece yatıyorsunuz ve kulağınızda sürekli bir vızıltı
duyuyorsunuz. Bu bir sivrisineğin vızıltısı. Kendisi resimde gördüğünüz gibi
çok çok küçük ama sesi çok güçlü. Çünkü Allah ona böyle bir özellik vermiş.
Peki
sivrisineğin neden ısrarla sizi sokmaya çalıştığını biliyor musunuz? Bakın
şimdi size sivrisineğin ilginç macerasını anlatacağız.
SİVRİSİNEĞİN OLAĞANÜSTÜ MACERASI
Sivrisinekler,
her insanın en yakından tanıdığı canlılardan biridir, çünkü her yaz fazlasıyla
evlerimizi ziyaret ederler.
Sivrisineği
hiç yakından inceleme fırsatınız oldu mu? Eğer olmadıysa da yandaki resime
bakarak beraber inceleyebiliriz. Bu resimdeki sivrisineğin karın kısmı neden
kırmızı biliyor musunuz? Çünkü şu anda karnı, üzerine konduğu bir insanın kanı
ile dolmuş. Peki sivrisinekler neden kan emerler? Çoğu insan sivrisineklerin
kanla beslendiğini zanneder. Oysa sivrisinekler çiçek özleri ile beslenirler.
Sadece anne sivrisinek, taşıdığı yumurtalarının ihtiyacı olduğu için kan emer.
Bunu
öğrendikten sonra artık sivrisineklere daha farklı bir gözle bakarsınız
herhalde. Ama bundan daha çok şaşıracağınız şeyler var sivrisineklerle ilgili.
Sivrisinekler bildiğiniz gibi uçan ve karada yaşayan canlılardır. Ancak suyun
içinde büyürler ve büyüdükten sonra sudan hiç ıslanmadan çıkabilirler. Böyle
müthiş bir şeyi hiç duymuş muydunuz? Duymadıysanız bundan sonra yazacaklarımızı
çok iyi okuyun, çünkü çok şaşıracaksınız.
Macera
başlıyor…
Küçük
sivrisineğin macerası, anne sivrisineğin yumurtalarını gölcüklerin veya nemli
yaprakların üzerine bırakmasıyla başlar. Ancak anne sivrisinek yumurtalarını
öyle gelişigüzel bırakmaz. Onları çok düzenli bir şekilde yanyana dizer. Ve
yumurtalar bir sala benzerler. Anne sivrisinek neden yumurtalarına böyle bir
şekil verir biliyor musunuz?
Çünkü yumurtalar
suyun üzerine bırakıldıkları için batabilirler. Ama birbirlerine bu şekilde
bağlanırlarsa, batma tehlikeleri ortadan kalkmış olur.
Anne
sivrisineğin özenle yerleştirdiği beyaz yumurtalar hemen koyulaşmaya başlar.
Renkleri koyu olduğu için böcekler ve kuşlar bu yumurtaları fark edemezler.
Böylece yumurtalar kuşlar ve böcekler tarafından yenilmekten kurtulur. Peki
minicik bir sivrisinek yumurtası kendi rengini değiştirmeyi nereden biliyor?
Elbette ki
bunu bu minicik yumurta bilemez. Bu yumurtanın annesi olan sivrisinek de renk
değiştirmeyi bilemez. Yumurtaların rengini değiştiren Allah'tır. Allah çok
merhametlidir ve yarattığı canlıları koruyandır. Sivrisinek yumurtalarını da
korumak için onların renklerini değiştirir.
Durun!
Sivrisineğin macerası henüz yeni başladı. Yumurtadaki minikler kısa süre sonra
kurtçuklara dönüşürler. Ve bu kurtçuklar yan sayfadaki resimde gördüğünüz gibi
suyun içinde baş aşağı asılarak dururlar. Peki sizce bu kurtçuklar başları
suyun içindeyken nasıl nefes alırlar? Allah onları nefes alabilmeleri için çok
önemli bir organla birlikte yaratmıştır. Bu organ neye benzer biliyor musunuz?
Yandaki çocuğun resminde de gördüğünüz gibi dalgıçların nefes almak için
kullandıkları alete çok benzer. Bu bir hortumdur ve bir ucu suyun dışına çıkar.
Bu hortumun içinden giren hava suyun altındaki küçük sivrisineğin nefes
almasını sağlar.
Ancak önemli
bir sorun vardır. Bu hortum suyun dışında durur ama en küçük bir dalgada
hortumun içine su kaçabilir ve bu da küçük sivrisineğin boğularak ölmesi demektir.
Ama
böyle olmaz. Bu hortumun ucunda suyun içeri girmesini engelleyen yapışkan bir
madde sürülüdür. Sizce bu resimde gördüğünüz kurtçuklar "bizim hortumumuza
su kaçmasın, onun için hortumumuzun ucuna bu maddeden sürelim" demiş
olabilirler mi? Küçük sivrisineklerin böyle bir aklı ve yeteneği olabilir mi?
Tabii ki sivrisinekler böyle şeyleri düşünüp yapamazlar. Onlara nefes
alabilmeleri için hortumu ve hortumun içine su kaçmaması için ucuna sürülen o
maddeyi de yaratan Allah'tır.
Gördüğünüz gibi sadece sizi değil,
çevrenizde gördüğünüz tüm canlıları Allah korumaktadır.
Bitti sanmayın! Macera hala devam
ediyor…
Bu arada küçük sivrisinekler birkaç
kez deri değiştirirler. Ve en son olarak şu yanda gördüğünüz hali alırlar. Ama
hala sivrisineğe hiç benzemiyor değil mi? Sivrisineğin bu haline pupa denir.
Pupa denen kılıfın içinde sivrisinek artık tam olarak gelişir ve gerçek bir
sivrisinek halini alır. Antenleri, hortumları, ayakları, kanatları ve başının
büyük bölümünü kaplayan gözleri ile uçmaya hazırdır. Ancak önce içinde
bulunduğu kılıftan çıkabilmesi gerekmektedir.
Ve sivrisinek ilk
kez dışarı çıkıyor!
Kılıf ilk olarak baş taraftan
yırtılır. Ama sivrisinek daha doğmadan önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır:
Ya kılıfın içine su dolarsa, o zaman sivrisinek boğulur. Ancak yırtılan kılıfın
üst kısmı sineğin kafasının su ile temasını önleyecek özel bir yapışkan sıvıyla
daha kaplanmıştır.
İşte bu an çok önemlidir, çünkü
sivrisinek ayaklarının ucuyla suyun üzerinde durmalı ve kanatlarını kesinlikle
ıslatmamalıdır. Ufak bir rüzgar bile sivrisineğin suya düşüp ölmesine neden
olabilir. Ama sivrisinek bunu büyük bir ustalıkla başarır. Çünkü onu Yaratan
Allah ona bu yeteneği de vermiştir.
Sivrisinek gece
karanlıkta sizi nasıl görüp sokuyor?
Hiç merak etmiş miydiniz? Gece
karanlık ve yatağınızda yatıyorsunuz. Üstünüz de
yorganla kapalı. Sadece kolunuzun küçük bir kısmı dışarıda kalmış. Ve
sivrisinek gecenin karanlığında gelip açıkta kalan küçücük yerinizi görüp
sokuyor. Peki siz karanlıkta hiçbir şey göremezken minicik sivrisinek nasıl
görebiliyor?
Sivrisinekler
çevrelerindeki varlıkları sıcaklıklarına göre renk renk görebilirler. Bu görme
ışığa bağlı olmadığı için gecenin karanlığında da kan damarlarınızı
bulabilirler.
Bu çok önemli
bir yetenektir. Bu yüzden bilim adamları, sivrisineğin gözünü taklit ederek bir
kamera icat ettiler. Bu kamera da ısıya göre görüyor. Hava karanlık olsa bile
kamera çevreyi aydınlıkmış gibi görüyor. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlar,
küçücük bir sivrisineği taklit ediyorlar. Sivrisinek bir insandan, hem de bir
bilim adamından daha çok şey biliyor olabilir mi? Tabi ki olamaz. Ama Allah
sivrisineğe olağanüstü özellikler vermiştir. İnsanlar da Allah'ın yarattığı bu
olağanüstü özelliklere hayran olurlar ve onları taklit etmeye çalışırlar.
Örneğin insanlar uçakları da, kuşları taklit ederek icat etmişlerdir. Bunun
gibi insanların doğada görüp taklit ettikleri daha çok şey vardır. Ama biz
şimdilik sivrisineğin macerasına devam edelim.
Sivrisinek iş
başında !
Sivrisineğin
kan emme tekniği insanı hayrete düşürecek kadar detaylıdır.
Sivrisinek
önce bir hedef üzerine konar. Örneğin kolunuza... Sonra hortumundaki
dudakçıklar ile kendine uygun bir nokta seçer. Sivrisineğin bir şırıngaya
benzeyen iğnesi özel bir kılıfla korunmuştur. Kan emme işlemi sırasında iğne bu
kılıftan dışarı çıkar. Birçok insan sivrisineğin iğnesini deriye batırdığını ve
deriyi öyle deldiğini zanneder. Oysa sivrisinek bunun için başka bir yöntem
kullanır. Alt çenesini testere gibi öne ve geriye doğru hareket ettirir ve üst
çenesinden de yardım alarak deriyi keser. Açtığı yarıktan iğnesini sokar ve
iğne kan damarına ulaşınca kanı emmeye başlar.
Doktor
Sivrisinekler!
"Sivrisinekten
doktor mu olur" diye sorabilirsiniz. Ama bu sayfada anlatılanları okuyunca
"gerçekten de doktorlarmış" diyeceksiniz.
Bir yeriniz kesilince kanınızın akması bir
süre sonra kendiliğinden durur. Çünkü kanın katılaşarak akmayı durdurma
özelliği vardır. Allah insanları korumak için kanlarını böyle bir özellikle
yaratmıştır. Eğer kan böyle kendi kendine katılaşmasaydı, parmaktaki küçücük
bir kesik veya koşarken düştüğünüzde meydana gelen bir yara bile günlerce
kanayacağı için, kan kaybından bir insan ölebilirdi.
Bu bizim için
önemli bir faydadır. Ancak sivrisinekler bundan pek hoşlanmayabilirler. Neden
mi? Çünkü sivrisinek tam kanımızı emmeye başladığında kanımız katılaşacak ve
sineğin hortumundan geçemeyecekti. Böylece sivrisinek diye bir hayvan da
kalmayacaktı. Çünkü bu durumda hiçbiri yumurtalarını kandaki proteinle
besleyemezdi. Ancak Allah yine sivrisinekleri bu işleme uygun bir özellikle
yaratmıştır. Nasıl mı? Sivrisinek kan emmeye başlamadan önce, Allah'ın ona
verdiği özel bir sıvıyı üzerine konduğu insanın kan damarının içine akıtır.
Böylece o bölgedeki kan katılaşmaz ve sivrisinek rahatça kanı emer.
Bu sıvının bir
başka özelliği daha vardır. Sivrisinek bütün bu işlemleri yaparken siz hiçbir
şey hissetmezsiniz. Çünkü bu sıvı sivrisineğin kestiği yeri uyuşturur. Bu
dişçilerin veya ameliyat yapan doktorların kullandıkları bir ilaca benzer. Doktorlar
da canınız acımasın diye size bir ilaç verirler ve siz hiçbir acı
hissetmezsiniz. İşte sivrisinek de tam bir doktor gibi çalışır. Önce uyuşturur,
sonra kanı emer.
Sivrisinek
sizi soktuktan sonra, ufak bir kaşıntı ve şişme hissedersiniz. İşte bu kaşıntının
ve şişmenin nedeni sivrisineğin verdiği bu sıvıdır.
Bütün bu
anlatılanlar size çok uzun bir sürede gerçekleşmiş gibi gelebilir. Ancak
bunların hepsini sivrisinek birkaç saniyede gerçekleştirir. Ve siz ancak
sivrisinek işini bitirip, bütün malzemelerini toplayıp gittikten sonra, sizi
soktuğunu anlarsınız.
Şimdi birlikte
düşünelim. Sivrisinek neredeyse kurşun kaleminizin ucu kadar minicik bir
hayvandır. Ancak yaptığı işler çok önemli ve karmaşıktır. Bir sivrisinek bütün
bunları sizce düşünebilir mi? Bir insanın kanının durmasını engellemek, canı
yanmasın diye kestiği yeri uyuşturmak, gece karanlıkta da rahat görebileceği
bir göz oluşturmak, yumurtalarını batmasın diye suyun üzerine sal şeklinde
bırakmak… Bunların hiçbirini bir sivrisinek düşünemez değil mi?
Allah her
canlıyı beslenebilmesi, kendini koruyabilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi
için en uygun özelliklerle yaratmıştır. Bu, Allah'ın ne kadar şefkatli,
merhametli ve koruyucu olduğunu gösterir. Örneğin bir sivrisinek yaşamını devam
ettirebiliyorsa bu, Allah onu koruduğu içindir. Allah, hiçbir şeyi unutmaz ve
hiçbir konuda yanılmaz. Bu yüzden de sivrisineğin ihtiyacı olan herşey
tastamamdır. Hiçbir eksikliği yoktur.
Sinek, Yeryüzündeki En İyi Uçan Canlılardandır
Size şimdiye
kadar sivrisineklerin özelliklerini anlattık. Ama aslında etrafınızda
gördüğünüz tüm sineklerin ilginç özellikleri vardır.
Sinekler ilk
doğdukları andan itibaren son derece iyi uçarlar. Hatta sinekler için en üstün
uçma kabiliyetine sahip olan canlılar bile denebilir.
Bir sinek
saniyede ortalama 500 ile 1000 kez kanatlarını çırpabilir. Burada bir an durup
düşünün. Bahsettiğimiz süre 1 saat veya bir dakika değil, tam olarak bir
saniyedir. Yani siz gözünüzü bir an kapatıp açıncaya kadar geçen süre kadardır.
İşte sinek siz gözünüzü kapatıp açıncaya kadar en az 500 kere kanatlarını açıp
kapatmıştır.
Şimdi de şunu
düşünün: Sizden saniyede 500 kere değil sadece 10 kere kolunuzu açıp kapatmanız
istense ne yaparsınız? Vücudunuzdaki kaslarla böyle bir şeyi başarabilmeniz
kuşkusuz mümkün değildir. Ama sinek vücudundaki olağanüstü kas sistemiyle,
sizin ve hatta yetişkin insanların bile başaramayacağı bu işi yapabilir.
Üstelik sinekler kanatlarını çırparken hiç zorlanmazlar; kanat kaslarında
aşınma da olmaz. Çünkü Allah sinekleri böyle üstün bir sisteme sahip olarak
yaratmıştır.
Bir sineği
dikkatlice izleyecek olursanız; olduğu yerden hiç zorlanmadan havalandığını
görürsünüz; bildiğiniz bütün sinekler bunu zaten yaptıkları için bu sizi
şimdiye kadar hiç şaşırtmamış olabilir. Oysa bu çok önemli ve oldukça zor bir
harekettir.
Helikopterleri,
uçakları iyi bilirsiniz. Peki bunları insanların ne zamandan beri
kullanabildiğini biliyor musunuz? Bugün uçabilen araçlar ancak son yüz yılda
geliştirilebilmiştir. Yani bundan 100 yıl önce ne bugünküler gibi bir uçak, ne
de helikopter ortada yoktu. Mühendisler, teknisyenler uzun uzun araştırmalar
yaptılar, yıllarca çalıştılar ve ancak yakın zamanda bu aletleri
geliştirebildiler. Ama bakın şu çok önemlidir: Bugün uçabilen hiçbir alet
sineklerin oldukları yerden havalanma özelliklerine tam olarak sahip değildir.
Bu özellik bazı helikopterlerde belli bir oranda vardır. Ama tüm bu uzun
çabalara, özel olarak geliştirilen son derece güçlü motorlara rağmen, sineğinki
kadar kusursuz bir uçma yeteneği bu helikopterlerde yoktur.
Şimdi ilk
gördüğünüz sineği bir süre inceleyin. Bakın neler göreceksiniz: Öncelikle
sineğin düz bir hat izleyerek uçmadığını fark edeceksiniz. Sinek istediği yöne
doğru manevralar yaparak uçabilir. Mesela havada zikzaklar çizerek uçabilir,
ani dönüşler yapabilir. Zemin ne kadar elverişsiz olursa olsun kolaylıkla iniş
yapabilirler, hatta tavan ya da düz duvar gibi bir yere de kolaylıkla
konabilir.
Günümüzde tüm
bunları başarabilen uçan bir makine henüz yoktur. Gözünüzün önüne bir sineğin
havalanışını, bir de helikopterin havalanışını getirmeye çalışın ve hangisinin
daha başarılı olduğuna siz karar verin.
Şimdi aklınıza
şöyle bir soru gelmiş olabilir: Sineğe tüm bu hareketleri öğreten kimdir? İşte
burada karşımıza çıkan yine üstün güç sahibi Allah'ın apaçık varlığıdır. Sineğe
böylesine kusursuz bir uçuş yeteneği veren her şeyin Yaratıcı'sı olan
Allah'tır.
BAL ÜRETEN KÜÇÜK DAHİLER
Sabah
kahvaltıda yediğiniz balı kimin yaptığını biliyor musunuz?
Büyük
ihtimalle "evet" diyeceksiniz. Çünkü hepimiz balı, arıların
ürettiklerini biliriz. Ama bu minicik arıların bal üretmek için doğdukları
andan ölene kadar ne kadar çok çalıştıklarını, ne kadar fedakar ve ne kadar
akıllı olduklarını hiç biliyor muydunuz? Gelin, Allah'ın arıları nasıl yarattığını
hep birlikte inceleyelim…
Arı kovanında
tek bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve
-hepsi dişi olan- binlerce işçi arı bulunur. (Kovan içindeki arıların
sayısı ise 80.000'e kadar varabilmektedir.) Kovandaki tüm faaliyetler işçilerce
yapılır. İşçilerin görevlerinden bazıları şunlardır:
Peteklerin
inşası, kovanın temizliği ve güvenliği, kraliçenin ve erkek arıların
beslenmeleri, arı larvalarının beslenmesi ve bakımı (arı sütü, bal ve polen
karışımı), yavruların büyüyeceği odaların inşa edilmesi, bu odaların temizlenmesi,
kovan içi ısısı ve neminin ayarlanması, nektar, çiçek tozu, su ve reçinenin
toplanması…
Daha önce
sivrisineğin yaşam macerasını anlatmıştık. Şimdi de gelin beraber işçi arıların
nasıl bir yaşam sürdürdüklerine bakalım.
İşçi arı
yaklaşık 4 ile 6 hafta arasında yaşar ve doğduktan sonra 3 hafta boyunca
kovanın içinde çalışır. İlk işi gelişmekte olan arılara dadılık etmektir.
Depolardan aldığı bal ve çiçek tozları ile yavru arıları besler.
İşçi arı 12 günlük kadar olduğu sırada birdenbire vücudunda balmumu maddesi
üretilmeye başlar. Balmumu arılar için çok önemlidir. Çünkü arılar balmumları
ile peteklerini inşa ederler. 53. sayfada bir balarısı peteğinin resmini
göreceksiniz...
Ne kadar
muntazam değil mi? Siz elinizde cetvel olmadan bu kadar muntazam altıgenleri
yanyana çizebilir misiniz?
Hatta elinize
boş bir kağıt alın. Ve kağıdın bir ucundan siz, diğer bir ucundan da bir
arkadaşınız altıgenler çizmeye başlayın. Kağıdın tam ortasında, aralarda hiçbir
boşluk bırakmadan, muntazam bir petek oluşturmayı başarabildiniz mi?
Başaramadınız değil mi? Bu aslında büyük insanların bile başaramayacağı bir
şeydir. Öğretmenleriniz, anneniz, babanız hatta dedeniz bile bunu yapamaz.
Çünkü bunun için bazı aletler kullanarak çok zor bir hesap yapmak gerekir. Ama
küçücük arı, hem de doğduktan 12 gün sonra böyle mükemmel düzgünlükte bir petek
yapabilir. Üstelik hiçbir alet kullanmadan!
Arıların hepsi
bir uçtan başlayarak altıgen petekler yaparlar ve sonra ortada buluşurlar.
Dikkat ederseniz peteklerin hepsi aynı boydadır. Bir arı insanların bile
yapamadığı bir işi nasıl böyle ustalıkla yapabilir? İşte arıya bunu yaptıran
Allah'tır. Allah onu bu yetenekle birlikte yaratmıştır.
İşçi arının
sorumlulukları bunlarla bitmez. 3 haftalık oluncaya kadar, erişkin arıların getirdikleri
balözü ve çiçek tozlarını peteklere depo etmek, kovanın temizliğini sağlamak,
ölü arıları ve çöpleri kovan dışına atmak görevleri arasındadır. Arı, 3
haftanın dolmasına yakın son görevi olan nöbetçiliğe başlar ve kovanını
düşmanlara karşı savunur.
3 hafta
dolduğunda ise arı artık balözü, çiçek tozu ve su toplamaya gidebilecek
durumdadır.
İşçi arı 2-3
hafta durup dinlenmeden çalıştıktan sonra bitkinleşir ve ölür.
Kısacık
hayatları boyunca arılar hiç durmaksızın çalışırlar. Üstelik onlara kimse ne iş
yapmaları gerektiğini öğretmez. Ama onlar daha doğar doğmaz işe koyulurlar. Bir
düşünsenize, yeni doğmuş bir bebek yatağından kalksa, önce yatağını toplasa,
sonra gidip yıkansa ve sonra bulunduğu evdeki diğer küçük bebeklere bakmaya
başlasa. Onları
temizlese, yedirse, giydirse. Bu ne kadar imkansız bir şey değil mi? Ama işte
arılar bu kadar imkansız bir şeyi gerçekleştirirler. Çünkü Allah onları
doğdukları andan itibaren bunları yapabilecekleri şekilde yaratmıştır.
Dans Eden
Balarıları
Size hiç arıların bir dansı
olduğunu söyleyen olmuş muydu? Bazı arılar kovanın dışına çıkarak kendilerine
bir besin kaynağı ararlar. Gün boyunca dolaştıktan sonra kendilerine bir besin
kaynağı bulur ve alabildikleri kadar balözü toplayıp, kovanlarına geri
dönerler. Buldukları yerde daha bir sürü balözü vardır ama arkadaşlarının
yardımı olmadan bunların hepsini toplayamazlar. Keşif yapan arı besin
kaynağının yerini aklında tutar ve hemen kovana dönerek arkadaşlarını
çevresinde toplar. Ve bal peteğinin üzerinde 8 sayısının şekline benzeyen
hareketler yapmaya başlar. Dönüşlerinin ve karnını titretmesinin sayıları besin
kaynağının kovandan ne kadar uzakta olduğunu belirten işaretlerdir. Dansın
sonunda kovandaki arkadaşları yol tarifini anlamışlardır ve hemen yeni besin
alacakları çiçeklere doğru yola koyulurlar.
Sizce minicik arılar dans ederek
birbirlerine yol tarif etmeyi nereden öğrenmişlerdir? Onlara böyle bir bilgiyi
veren elbette ki onları yaratan ve koruyan Allah'tır.
Arıların
bizim için de bal ürettiklerini biliyor
muydunuz?
Arılar kendi ihtiyaçlarının çok
üstünde bal üretebilirler. Bildiğiniz gibi arılar balı karınlarında üretirler. Küçücük bedenlerinden hem kendilerine hem de insanlara yetecek kadar bal
çıkar. Peki neden arılar bu kadar fedakardırlar? Neden sadece kendileri için
bal üretmezler de bizi de düşünürler? Bal insanlar için çok faydalı bir
besindir. Bunun için de Allah hem arıları bal üretebilecek şekilde yaratmış,
hem de onlara fazla bal üretmelerini emretmiştir. Allah, Kuran'daki bir
ayetinde arılar ve bal için şöyle der:
Rabbin balarısına
vahyetti: "Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine
evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı
yollarda yürü-uçuver". Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler
çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için
gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi,
68-69)
İLGİNÇ CANLILAR
Buraya kadar size
hep etrafınızda görmeye alıştığınız canlılardan bahsettik. Bir de kendilerini
pek göremediğiniz ama televizyonda veya kitaplarda karşılaştığınız canlılar
vardır. Bunların da çok şaşırtıcı özellikleri vardır. Bakın size bunlardan
birkaçını anlatacağız. Hepsini çok iyi okuyun çünkü bunları okuyunca hem şaşıracaksınız,
hem de Allah ne kadar güzel yaratmış diyeceksiniz.
PENGUENLER
BUZ GİBİ KUTUPTA NASIL YAŞARLAR?
Penguenler,
dünyanın kutup bölgelerinde yaşarlar. Burası dünyanın en üst kısmı, yani
tepesidir. Kutup bölgesinin en önemli özelliği çok çok soğuk olması ve hep kar
ve buzlarla kaplı olmasıdır. Hava o kadar soğuktur ki denizlerin üzerinde dağ
gibi buzlar oluşur. Siz karda oynamaya çıktığınızda veya kışın ne kadar çok
üşüdüğünüzü bir düşünün. Üstelik üzerinizde kazağınız, paltonuz, şapkanız,
eldiveniniz ve kaşkolunuz olduğu halde. Ama siz kartopu oynadığınızda hava en
fazla eksi 10 dereceye düşmüştür. Penguenler ise sıcaklığın eksi 40 dereceye
kadar düştüğü bir yerde yaşarlar.
Üstelik penguenlerin ne paltoları var, ne kazakları, ne de eldivenleri...
Hem de bizim yaşadığımız soğuktan çok daha soğuk bir yerde yaşıyorlar.
Ayaklarında ayakkabıları bile olmadan buzun üstünde yürüyorlar ve hiç
hastalanmıyorlar. Üstelik yuvaları da yok. Buzun
üstünde uyuyorlar. Siz birkaç dakika bile buzun üstünde yatsanız çok ciddi
şekilde hastalanırsınız. Ama penguenlere hiçbir şey olmuyor. Neden
mi?
Çünkü Allah onları
tam buz gibi bir yerde yaşayabilecekleri gibi yaratmıştır. Penguenlerin
vücutları, sahip oldukları özellikleri bizimkilerden çok farklıdır. Böylece hiç
zorluk çekmeden yaşayabilirler.
Allah,
penguenlerin üşümemesi için onların vücutlarını çok kalın bir yağ tabakası ile
kaplamıştır. Yağ tabakası soğuğu hissetmelerini engeller, onlar için kürk
vazifesi görür. Ama bizim vücudumuzu kaplayan yağ tabakası çok incedir ve bu
yüzden biz çabuk üşürüz. Bu yüzden de soğuk havalarda kalın kıyafetler giymemiz
gerekir.
Penguenler
yumurtalarını ve yavrularını korumak için büyük fedakarlıklar gösterirler.
Penguenler en soğuk mevsimde kuluçkaya yatarlar. Ve diğer canlılardan farklı
olarak kuluçkaya dişi penguen değil, erkek penguen yatar. Dişi penguen bir tek
yumurta yumurtlar ve sonra yumurtayı baba penguene bırakır. Kendisi de eşine ve
yavrusuna yiyecek bulmak üzere uzaklara gider. Çünkü her taraf kar ve buz altındadır
ve besin bulmak için çok uzaklara gitmesi gerekir.
Erkek penguen tam
dört ay boyunca kuluçkaya yatar. Penguen yumurtayı ayaklarının arasında taşır
ve dört ay boyunca bir kez bile yumurtasını yere bırakmaz. Çünkü yumurta yere
değerse birkaç dakika içinde donar ve ölür.
Erkek penguen o
kadar sabırlıdır ki, dört ay boyunca ayaklarının arasındaki yumurta ile
dolaşır. Bu yüzden avlanmaya gidemez ve aç kalır. Üstelik hava da çok soğuktur. Havanın soğukluğu iyice arttığında bütün
erkek penguenler ayaklarının arasında yumurtaları olduğu halde biraraya
gelirler. Bir daire oluşturarak birbirlerine iyice sokulurlar ve böylece
birbirlerini ısıtırlar. Dairenin dışında kalanların ısınabilmeleri için de
sürekli yer değiştirirler. Tam yumurtanın içinden yavru penguenler çıkmak
üzereyken anne penguenler de avlanmaktan dönerler. Kursaklarında getirdikleri
yiyecekleri ile yavrularını beslerler. Yavru penguenin donmaması için annesi
veya babası onu ayaklarının arasında taşırlar ve karınlarındaki tüylerle onları
ısıtırlar. Gördüğünüz gibi Allah bu sevimli hayvanlara çok güzel özellikler
vermiştir. Allah hem onlara soğuktan korunacakları bir vücut vermiştir, hem de
onları çok fedakar yaratmıştır. Fedakar oldukları için de yavrularına büyük bir
özenle bakarlar. Hem de bu, milyonlarca yıldır yaşayan bütün penguenlere
verilmiş bir özelliktir. Daha önce yaşamış olan ve şu an halen yaşayan tüm
penguenler hiçbir değişmeye uğramadan hep bu fedakar tavırları göstermişlerdir.
SIRTLARINDA BİR SU DEPOSU TAŞIYAN DEVELER
Biraz önce dünyanın en soğuk bölgesinde yaşayan penguenlerden söz ettik ve
Allah'ın penguenleri en soğuk koşullara dayanıklı olarak yarattığını söyledik.
Develer de dünyanın en sıcak koşullarına dayanıklı olarak yaratılmış çok ilginç
hayvanlardır. Develer genellikle çöllerde ulaşım için kullanılırlar. Çöller,
çok büyük kumdan alanlardır ve sıcaklık 50 dereceye kadar çıkabilir. Siz
genellikle yaklaşık 30 derecelik sıcaklıkları bilebilirsiniz. 30 derecede bile
biraz dışarıda oynasanız, hemen susar ve yorulursunuz.
Ancak develer 50 derece sıcaklıkta kilometrelerce yol gidebilirler. Hatta
günlerce su içmeden kalabilirler. Çünkü Allah onların vücutlarını da
bizimkinden çok farklı yaratmıştır. Develer içtikleri suyu vücutlarında uzun
süre tutarlar ve hep bu içlerinde taşıdıkları sudan faydalanırlar.
Bir de çölde beslenme sorunu vardır. Çünkü çöl kurak bir yerdir ve hiç
bitki yetişmez.
Sadece kaktüs veya dikenli bitkiler yetişebilir. Devenin ağzı ve dudak
yapısı o kadar serttir ki, ısırdığında bir ayakkabı köselesini bile delebilir.
Bu nedenle diken gibi yiyeceklerle rahatlıkla beslenebilir ve böylece çölde aç
kalmaktan kurtulur.
Ayrıca develerin derisini kaplayan sık tüyler onların kavurucu sıcaktan
korunmalarını sağlar. Şimdi de develerin ayaklarına bir bakın. Çok geniş değil mi? Allah develerin ayaklarını böyle geniş yaratmıştır,
çünkü develer hep çöl kumlarında yürürler. Geniş ayakları sayesinde ise
ayakları kızgın kuma gömülmez. Ayrıca Allah develerin ayaklarının altındaki
deriyi de çok kalın yaratmıştır. Böylece develerin ayaklarının altı hiç yanmaz.
Çöllerde çok sık kum fırtınaları olur. Kumsaldayken hiç şiddetli bir rüzgar
çıktığına şahit olmuş muydunuz? Kum kaçmaması için gözlerinizi kesinlikle
açamazsınız. Bu rüzgar biraz daha şiddetlense, önünüzü bile göremezsiniz. Ancak
develerin gözünde iki kat kirpik bulunur. Bu kirpikler kapan gibi içiçe
geçerler ve şiddetli kum fırtınalarında devenin gözlerini korumaya alırlar.
Allah her canlıyı yaşadığı ortama en uygun özelliklerle yaratmıştır.
Örneğin çölde hiç penguen yoktur. Çünkü penguenin özellikleri çöl şartlarına
uygun değildir ve penguen kısa sürede ölür. Aynı şekilde develer de kutupta
yaşayamazlar. Allah
her şeyi olması gereken yerde yaratmıştır. Allah çok güçlüdür ve Allah'ın
sonsuz bilgisi vardır. Bu yüzden Allah her şeyi eksiksiz yaratır.
Allah Kuran'da
deveyi yarattığını şöyle bildirir:
"Bakmıyorlar
mı o deveye nasıl yaratıldı?" (Gaşiye Suresi, 17)
SARI SALKIM KUŞU
Bu kuş gördüğünüz gibi kurşun
kaleminizin üzerinde durabilecek kadar küçüktür. Ancak sarı salkım kuşları bu
küçücük halleriyle çok uzun bir yol giderler ve yolculukları boyunca tam iki
buçuk milyon kere kanat çırparlar. Siz kolunuzu en fazla kaç kez indirip
kaldırabilirsiniz? Elli kere indirip kaldırdığınızda, ertesi gün kollarınız
ağrır. Ama bu küçücük kuş iki buçuk milyon kez kanat çırpar ve ona hiçbir şey
olmaz. Çünkü Allah bu kuşları böyle zor bir işi yapmaya uygun olarak
yaratmıştır.
SAVUNMACI YENGEÇ:HERMİT
Denizlerde birçok ilginç canlı yaşar. Bu canlılar çoğu zaman kendilerini
savunmak için pek çok alışılmadık yöntemlere başvururlar. Örneğin hermit
yengeçleri, ahtapotlardan ve diğer düşmanlarından korunabilmek için canlı
silahlar kullanırlar. Okyanusun derinliklerinde yaşayan bir bitki türü vardır.
Hermitler bu bitkileri alır ve kabuklarının üstüne koyarlar. Bunun nedeni bu
bitkilerin, can acıtan dikenlere sahip olmasıdır. Bu şekilde hermitler
kendilerini yemek isteyen düşmanlarından korunmuş olurlar.
Unutmayın ki hermit yengeçleri böyle zekice bir planı kendileri düşünmüş
olamazlar. Onlara kendilerini korumayı Allah öğretmiştir.
YÜZEN KUŞ BOOBY
Yüksekten dalan deniz kuşu türlerinden biri olan booby'lerin geniş, perdeli
ayakları vardır. Bu ayakları denizin yüzeyinde veya altında yüzmek için
özellikle onlara Allah tarafından verilmiştir. Booby'ler aynı zamanda da dalış yaparlar. Gagalarıyla balık yakalamak için
denize dalarlar ve çoğunlukla belli bir süre ortaya çıkmadan denizin altında
kalarak uzun bir mesafe yüzerler.
BALIKLAR UÇAR MI?
Uçan balıklar, kuşlar gibi kanatlarla uçmazlar, sadece kanada benzer
yüzgeçleri üzerinde kayarlar. Saatte en az 56 kilometre hız kazanırlar. Bu
küçük balıklar, yüzgeçlerini yayarak ve kuyruklarını sudan kaldırarak suda daha
da hızlı hareket edebilirler. Bu şekilde kaskatı şekilde kayarlar.
ŞEMSİYE KUŞU
Şemsiye kuşu, balık tutarken oldukça büyük bir başarı sergiler. Bir şemsiye
gibi kanatlarını başının üzerinde açarak ayağa kalkar. Bu bir gölge oluşturur
ve sudaki yansımayı engeller. Şimdi balık avlamak isteyen bu kuş, su yüzeyinin
altında yüzen avını açık bir şekilde görebilmektedir. Kuşun kanatları su
yüzeyinde dairesel bir gölge oluşturur. O da daima bu dairenin içindeki
balıkları avlar.
DEVEKUŞU
Devekuşu çok hızlı koşabilen bir hayvandır ve 1 saatte yaklaşık olarak 70
km hıza ulaşabilmektedir. Devekuşunun her bir ayağında yalnızca iki parmak
vardır ve bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Bir devekuşunun
özelliği her ayağındaki yalnızca büyük parmağın üzerinde koşmasıdır.
KUTUP AYISI
Kutup ayısı geniş, düz ve tüylü pençeleri ve kaygan olmayan ayak tabanları
ile buz üzerinde çok süratli koşabilir. Kutupların soğuk ikliminde kalın bir
kürke sahip olan kutup ayılarının çok önemli bir koruyucuları vardır.
Derilerinin altındaki 10 cm’lik yağ tabakası soğuğun onları etkilememesini
sağlar. Böylece buzlu sularda saatte 10-11 km hızla, 2000 km uzağa kadar
yüzerek gidebilirler. Allah, penguenler gibi kutup ayılarını da çok soğuk
yerlerde yaşayabilecekleri gibi yaratmıştır. Ve onları dünyanın en soğuk yeri
olan kutuplara yerleştirmiştir.
Ayrıca beyaz kutup ayılarına çok güçlü bir koku alma yeteneği vermiştir. Bu
hayvanların koku alma duyuları öylesine keskindir ki, 1.5 m kalınlığındaki kar
tabakasının altında saklanan bir fok balığının kokusunu bile rahatça
algılayabilirler.
Üstelik gözlerinde zara benzeyen bir gözkapağı daha vardır. Bu kapak onlar
için bir nevi "güneş gözlüğü" görevi görür ve onları kar körlüğüne
karşı korur.
HIZLI KOŞUCU ÇİTA
Çitalar dünyanın en hızlı koşan kara hayvanı olarak bilinirler. Kısa
mesafeleri büyük bir hızla aşabilirler. Çitalar saniyeler süren bir zaman
içinde hızlarını 72 kilometreye kadar çıkarabilirler. Bazı çıtalar 600 metreden
daha uzunca bir mesafeyi saatte 113 kilometre gibi inanılmaz bir hızla
aşabilmektedirler.
CEYLANLARIN İLGİNÇ YÖNTEMİ
Bazı canlılar kendi yaşam bölgelerini belirlemek için koku bırakma
yöntemini kullanırlar. Örneğin ceylanlar kendi bölgelerini belirlemek için
uzun, ince dallara ve otlara, hemen gözlerinin altındaki bezlerden salgılanan
ve katran gibi kokan bir maddeyi bırakırlar. Bu koku diğer ceylanların bölgenin
bir sahibi olduğundan haberdar olmalarını sağlar. Ren geyiklerinin ise arka
ayaklarının ucunda koku bezleri vardır. Bu, bezlerden salgılanan koku
bölgelerini işaretlemelerine yardımcı olur. Tavşanlar da çenelerindeki bezler
ile bir koku bırakarak bölgelerini işaretlerler.
VANTUZ AYAKLI GECKO
Gecko, sıcak iklimli bölgelerde yaşayan bir tür kertenkeledir. En önemli
özelliği dümdüz zeminlerde bile rahatlıkla yürüyebilmesidir. Geckolar, ayak
parmaklarının emme özelliği sayesinde cam üzerine bile kolayca tırmanabilirler.
Ayrıca her parmaklarında gizli bir tırnakları vardır. Üzeri pürüzlü yerlere
geldikleri zaman kedi gibi bu tırnaklarını çıkartır ve yürüyüşlerine devam
ederler.
SUDA KOŞAN BASİLİSK
Suyun üzerinde son hız koşan bir kertenkele görseniz ne düşünürsünüz?
"Herhalde rüya görüyorum" diyebilirsiniz. Ama bu bir rüya değil
gerçek! Basilisk adı verilen bir kertenkele türü, aynı resimde gördüğünüz gibi
suyun üzerinde hem de çok hızlı koşabilir. Basilisk'in arka ayak parmaklarının kenarlarında
suya çarpmayı sağlayan kapaklar vardır. Bunlar hayvan karada yürürken kıvrılır.
Eğer hayvan bir tehlike ile karşılaşırsa, hemen suya girer ve hızla koşar. Bu
sırada arka ayaklarındaki kapaklar açılır ve böylece suyun üzerinde
koşabileceği gibi bir genişlik oluşur.
ÖRDEKLER
Ördekler uçarken saatte 50 kilometrenin üzerine çıkabilirler. Ayrıca
yırtıcı hayvanlara yem olmamak için de uçarlarken sürekli yönlerini
değiştirler. Suya dalmaları gerektiğinde bunu o kadar hızlı bir şekilde
yaparlar ki avcılar için çok zor bir hedef olurlar.
UZUN HORTUMLU FİLLER
Fillerin hortumu 50.000 (elli bin) kasla çevrilidir. Gerektiğinde hortum
kasılır ve tonlarca ağırlıktaki cisimleri bile kolaylıkla iter. Bu hortum aynı
zamanda küçük bezelye tohumlarını kopararak ağzında patlatma gibi çok fazla
incelik ve hassasiyet gerektiren bir işlemi yapabilme kabiliyetine de sahiptir.
Birçok yönden işe yarayan hortum aynı zamanda uzun bir parmak, borazan veya
hoparlör olarak da kullanılır. Bu hortum, içmek veya vücudunun üstüne
püskürtmek için 4 litre suyu tutabilme kabiliyetine de sahiptir.
Buraya kadar anlattığımız canlıların özelliklerini belki de ilk defa
duymuşsunuzdur. Bunların hepsinin çok ilgi çekici özellikleri var değil mi? Ama
bunlar sadece birkaç örnek. Dünyada yaşayan ve sizin belki de hiç görmediğiniz,
hiç duymadığınız bunlar gibi binlerce hayvan var. Peki bu hayvanlar tesadüfen
böyle şaşırtıcı özellikler kazanmış olabilirler mi? Elbette olamazlar. Bunların
hepsini sahip oldukları yeteneklerle, özelliklerle yaratan Allah'tır.
KARA TOPRAKTAN RENGARENK BİTKİLER NASIL ÇIKAR?
Anneniz her gün yemeği hazırlar ve sizi sofraya çağırır. Sofra da çeşit
çeşit meyveler, sebzeler olur. Peki hiç düşündünüz mü; bunlar nereden gelir?
Bütün bitkiler, çiçekler, meyveler, sebzeler kapkara bir toprakta
yetişirler. Kapkara ve hiç de güzel bir kokusu olmayan topraktan kıpkırmızı ve
mis gibi kokan bir gül veya çilek, ya da içi su dolu, sapsarı ve kokulu limon
nasıl çıkar?
Üstelik her bir bitkinin, meyvenin, çiçeğin rengi, kokusu ve tadı
apayrıdır. Örneğin kayısı, şeftali, karpuz, portakal, kiraz, çilek, muz, üzüm,
incir ve daha birçokları tamamen farklı tatlara, kokulara ve şekillere
sahiptirler. Allah hepsini bizim için yaratmıştır. Hepsinin hem tatları çok lezzetlidir,
hem de içlerinde bizim için çok faydalı vitaminler ve mineraller bulunur. Kışın
ve yazın hep ayrı meyveler çıkar ve hepsi ihtiyacımızı karşılar. Örneğin kışın
çıkan portakal, mandalina, greyfurt gibi meyvelerde çok fazla C vitamini
vardır. C vitamini ise kışın soğuğa karşı vücudumuzun gücünün artmasına neden
olur. Yazın ise kiraz, karpuz, kavun ve şeftali gibi bol sulu meyveler çıkar.
Yazın havalar çok sıcak olduğu için vücudumuz çok fazla su kaybeder ve
yediğimiz meyveler sayesinde bu suyun bir kısmını geri alırız.
İşte bunların hiçbiri tesadüfen olmamıştır. Yani karpuz tesadüfen bir gün
karar verip yazın çıkmaya başlamamıştır. Veya hepsinin tadı ve kokusu tesadüfen
güzel olmamıştır. Hiçbir meyve kendi kokusunu kendisi belirleyemez. Örneğin bir
portakal, "benim kokum şu olsun", "turuncu rengim olsun",
"tatlı olayım", "tanelerime bir kılıf geçireyim ve dilim dilim
olayım ki insanlar beni rahat yesinler" diye bir karar almış olabilir mi?
Tabii ki olamaz!
TEKRAR DÜŞÜNELİM!
Allah insanlara kolaylık olması, onların güçlü kalmaları, yediklerinden de
zevk almaları için meyveleri bu özellikleriyle yaratır. Bu nedenle hoşumuza
giden bir şey yediğimizde bunu bizim için yaratanın ve bunu bize verenin Allah
olduğunu hiç unutmamalıyız. Ve Allah'a bize verdiği ve gösterdiği güzellikler
için şükretmeliyiz.
Buraya kadar dünyadan, vücudumuzdan, dünyada yaşayan canlılardan söz ettik.
Ve "bütün bunlar nasıl meydana gelmiş olabilirler" diye sorduk.
Düşünsenize, dünya yeni yaratılmış ve üzerinde hiçbir canlı yok. Ve sonra
birdenbire üzerinde canlılar oluşmaya başlıyor. Denizlerde balıklar, yosunlar
oluşuyor, karada insanlar, aslanlar, kediler, karıncalar oluşmaya başlıyor.
Havada bir anda bir kuş uçmaya başlıyor. Bütün bu canlılar nasıl birdenbire
ortaya çıkmış olabilirler? Tabi ki hepsini Allah yaratmıştır.
Çevremizde gördüğümüz herşeyi yaratan Allah'tır.
Allah, önce evreni, sonra dünyamızı yaratmıştır. Daha sonra da hayvanları, bitkileri ve insanları. Bütün bunları yaratmak
Allah için çok kolaydır çünkü Allah çok güçlüdür. Allah istediği
herşeyi hemen yapabilir.
Size daha önce de
söz ettiğimiz gibi bazı insanlar bu kadar açık olan bir gerçeği kabul etmek
istemezler. "Evrimci" denen bu insanlar "herşey kendi
kendine oluştu" derler. Bu çok saçma bir sözdür. Çünkü hiçbir şey kendi
kendine oluşamaz. Siz eve geldiğinizde yeni fırından çıkmış bir kek
gördüğünüzde ne düşünürsünüz? "Annem kek yapmış" dersiniz değil mi?
Demek ki ortada bir şey varsa, onu yapan biri de var demektir.
Bu evrimcilerin söyledikleri yalan neye benzer biliyor musunuz? Bu, "mutfaktaki keki kimse yapmadı. Kek
tesadüfen kendi kendine pişti" demeye benzer. Bunu duyunca ne cevap verirsiniz? "Olur mu öyle saçma şey, hiç kek
kendi kendine pişebilir mi? Mutlaka birinin pişirmiş olması lazım." Ancak
karşınızdaki kişi ısrar edip size şöyle bir cevap verebilir: "Mutfak
dolaplarının vidaları gevşedi ve dolaplar sallanmaya başladı. Bu sallanma
sırasında dolaplardaki un, yağ, şeker ve kakao yere dökülüp birbirlerine
karıştılar. Hem de hepsi olması gerektiği miktarda karıştı. Yani şekeri,
kakaosu bir kek için gerekli ayarda... Sonra bu karışım dolaptan aşağıya
düşmeye başladı. Ama ne tesadüftür ki, tam düştükleri yerde kek kabı duruyordu
ve bu karışım kabın tam içerisine döküldü! O sırada deprem oldu, ve kek kabı
nasıl olduysa fırının içine kendi kendine bir tesadüf soucunda girdi. Ama bu
kadar tesadüf de kekin pişmesi için yeterli değil. Öyle bir tesadüf daha olmalı
ki, fırının ayarı tam keke uygun derecede açılmalıydı. Ve o sırada öyle bir
tesadüf daha oldu ki fırının düğmesi açıldı. Tam kek piştiği anda da düğme
kendiliğinden kapandı ve kek yanmadan fırın kapanmış oldu."
Sizce böyle bir
masala kimse inanır mı? Elbette ki hiç kimse
inanmaz.
Öyle ise bir düşünün; güneşi, yıldızları, denizleri, gölleri, dağları, balıkları,
kedileri, tavşanları ve insanı oluşturmak bir kek yapmaktan çok daha zor ve
karışık bir iştir. Bir kek bile kendi kendine tesadüfen oluşamaz. Öyle ise
güneşin veya insanın kendi kendine tesadüfen oluştuğunu söylemek çok büyük bir
akılsızlıktır. Keki yapan biri varsa güneşi ve insanı da yaratan akıl sahibi
bir varlık vardır. İşte bu varlık bizim Rabbimiz olan Allah'tır.
Şimdi kitabın ikinci bölümünde Allah'ın varlığını kabul etmeyen,
"herşey kendi kendine oluştu" diyen evrimcilerden söz edeceğiz. Bu
insanlar hep yalan söyleyerek insanları yanıltmaya çalışırlar.
Ancak bir insan yalan söylediğinde yalanı hemen ortaya çıkar. Eğer
karşısındaki akıllı biriyse onun yalan söylediğini hemen anlar. Bu yalan
söyleyen evrimciler de bir sürü açık veriyorlar. Şimdi onların söylediklerinin
ne kadar saçma olduğunu, yalan söylediklerinin nasıl anlaşıldığını hep birlikte
görelim…
EVRİM TEORİSİ NEDİR?
Allah'ın
varlığına inanmayan insanların inandıkları bir fikir vardır. Bu fikre
"evrim teorisi" denir. Evrim teorisine
inanan kişilere de "evrimci" denir.
Evrim
Teorisini uyduran kişi ise günümüzden yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan
Charles Darwin (Çarls Darvin)'dir. Darwin, canlıları Allah'ın yarattığına
inanmıyordu. Ona göre her şey tesadüfen ve kendi kendine meydana gelmişti.Tüm
canlıların ise değişerek birbirlerine dönüştüklerini ve böyle meydana
geldiklerini zannediyordu. Yani Darwin'e göre balıklar bir gün tesadüfen bir
sürüngene dönüşmüşlerdi. Bir gün bir tesadüf daha olmuş ve bir sürüngen uçmaya başlamış
böylece kuşlar oluşmuştu. Darwin'in uydurduğu yalana göre insanlar ise
maymunlardan oluşmuştu. Yani ona göre sizin atanız bir maymundu. Gelin,
Darwin'in ortaya attığı yalanın ne kadar saçma olduğunu daha iyi anlamak için
arkadaki resimleri inceleyelim.
Daha önce size
anlattığımız gibi, canlı ve cansız maddeleri oluşturan en küçük parça
atomlardır. Yani siz aslında milyonlarca atomun bir araya gelmesinden
oluşuyorsunuz.
Dünya ilk meydana geldiğinde yeryüzünde tek
bir canlı varlık bile yoktu. Sadece bazı cansız maddeler bulunmaktaydı.
Evrimciler, yani Darwin'e inananlar bir gün bu atomlardan bazılarının tesadüfen
karar alıp bir araya geldiğini söylüyorlar. Yani dünya oluştuktan sonra bir gün
şiddetli bir rüzgar veya bir kasırga çıktı ve bu atomlar yanyana gelip
birleştiler. Sonra bu birleşen atomlara ne mi oldu?
Darwin'in
yalanına göre bu atomlar birleşerek hücreleri oluşturdular. Biliyorsunuz ki her
canlı hücrelerden oluşur. Hücreler bir araya gelerek bizim gözlerimizi,
kulaklarımızı, kanımızı, kalbimizi kısacası bütün vücudumuzu oluştururlar. Ve
hücreler çok karmaşıklardır. Bu kadar karmaşık bir şeyin atomların tesadüfen
yanyana gelmeleriyle oluşması ise imkansızdır.
Bir hücrenin
içinde yüzlerce farklı küçük organ vardır. Hücreyi çok büyük bir fabrikaya
benzetebiliriz. Yan sayfadaki resme de dikkat ederseniz hücre bir fabrika gibi
gösterilmiştir. Malzeme üretenler, üretilen malzemeleri taşıyan araçlar, giriş
ve çıkış kapıları, üretim merkezleri, mesaj getirip götürenler, enerji
merkezleri… Peki bir fabrikanın taşların, toprağın, suyun tesadüfler sonucunda,
örneğin çıkan bir fırtınadan sonra, kendi kendine meydana gelmesi mümkün müdür?
Tabi ki hayır. Herkes böyle bir şeye güler. Bu çok komik bir iddia olur. Ama
işte evrimciler "hücre tesadüfen oluştu" diyerek en az bu kadar saçma
bir şey söylemiş olurlar.
Evrimcilerin
iddia ettiğine göre bu hücreler tesadüfen bir araya gelerek canlıları
oluşturmuşlardır.
ÖYLE İSE EVRİMCİLERE
BİR DARWIN DENEYİ YAPTIRALIM!
Evrimciler büyük bir varil
alsınlar. Bu varilin içine istedikleri bütün atomları koysunlar. Bundan başka
varilin içine ne koymak istiyorlarsa eklesinler. Bir canlının oluşması için
gereken bütün malzemeleri doldursunlar. Sonra da bu
varili isterlerse ısıtsınlar, isterlerse elektrik versinler. Ne istiyorlarsa
yapmaları serbest olsun. Milyarlarca yıl da varilin başında nöbet tutsunlar.
(Ömürleri yetmeyeceği için daha genç evrimcilere nöbeti devredebilirler).
Bunun
sonucunda ne olur?
Sizce bu
varilin içinden kuzular, menekşeler, kirazlar, tavşanlar, arılar, karpuzlar,
kediler, köpekler, sincaplar, güller, erikler, çilekler, balıklar, filler,
zürafalar, aslanlar çıkar mı? Bu varilin içinden sizin gibi düşünen, sevinen,
heyecanlanan, müzik duyunca hoşuna giden, kitap okuyabilen bir insan çıkabilir
mi?
Elbette
çıkamaz. O varilin içinden varilin başında bekleyen evrimci profesörlerden tek
biri bile çıkamaz. Hatta değil bir profesör, o profesörün trilyonlarca
hücresinden tek bir tanesi bile çıkamaz.
Atomlar
cansızdır. Cansız maddeler birleşip canlı, gülen, sevinen, düşünen bir varlık
oluşturabilirler mi?
Böyle bir şeye
akıllı bir insan inanabilir mi? Elbette ki o varilin içinden canlı hiçbir
varlık çıkmaz. Bu imkansızdır. Çünkü canlılar cansız maddelerin tesadüfen bir
araya gelmeleriyle oluşamaz. CANLILARI ALLAH YARATMIŞTIR. Ortada hiçbir şey
yokken, Allah insanı, dağları, gölleri, kuzuları, aslanları, çiçekleri yaratmak
istemiştir. Ve "Ol" diye emir vererek hepsini yoktan var etmiştir.
EVRİMCİLERE GÖRE CANLILAR NASIL EVRİMLEŞİRLER?
Evrim
teorisinin iddiasına göre, bir canlı zamanla evrimleşir, yani gelişip farklı
özellikler göstererek başka bir canlıya dönüşür. Örneğin evrimcilerin inancına
göre bir sürüngen bazı olayların etkisiyle evrimleşerek bir kuşa dönüşür. Peki
sürüngeni etkilediğini iddia ettikleri bu olaylar nelerdir?
Evrimciler
"mutasyon" ve "doğal seleksiyon" adını verdikleri iki ayrı
olayın bir arada meydana gelmesiyle evrimin gerçekleştiğine inanırlar. Ancak bu
çok mantıksız bir inançtır ve bilimsel hiçbir delili yoktur. Neden mi? Birlikte
inceleyelim.
Doğal
Seleksiyon nedir?
Doğal
seleksiyonun en basit anlamı şudur: canlılar arasında güçlü olanlar yaşamlarını
devam ettirebilirler, güçsüzler ise hemen yok olurlar. Bunu şöyle bir örnekle
açıklayalım: Diyelim ki bir geyik sürüsü var ve bu geyik sürüsüne sık sık vahşi
hayvanlar saldırıyorlar. Bu durumda geyikler hızla kaçacaklardır ve en hızlı
koşan, en çevik geyikler kurtulacaklardır. Zaman içerisinde zayıf ve çelimsiz
geyikler hep vahşi hayvanlar tarafından avlandıkları için tamamen ortadan
kaybolacaklardır. Ortada sadece sağlıklı ve güçlü geyikler kalacaktır. Sonuç
olarak geyik sürüsü bir süre sonra hep güçlü geyiklerden oluşacaktır.
Buraya kadar
anlatılanlar doğrudur. Fakat bunun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak
evrimciler derler ki, bu geyik sürüsü gelişe gelişe sonunda başka bir canlıya
dönüşür; mesela zürafa olur. İŞTE BU YANLIŞTIR.
Çünkü hiçbir geyik daha hızlı koştuğu için başka bir canlıya örneğin bir aslana
veya bir zürafaya dönüşmez. Bu sadece masallarda olur.
Hepiniz
kurbağa prens masalını bilirsiniz. Bir masalda bir kurbağa prense dönüşebilir.
Ama gerçek yaşamda bir geyiğin aslana veya başka bir canlıya dönüşmesi tabi ki
imkansızdır. Ama evrimciler, koskoca sakallı profesörler olmalarına rağmen
böyle bir masala inanırlar. Bu neye benzer
biliyor musunuz? Kurbağa prens masalını dinleyen bir çocuğun ilk bulduğu
kurbağayı öpüp prens olmasını beklemesine benzer.
Sonuç olarak
şunu söyleyebiliriz: Doğal seleksiyon bir hayvan türünü (örneğin geyikleri)
başka bir hayvan türüne (örneğin aslanlara, zürafalara) kesinlikle
dönüştüremez. Sadece o türün örneğin geyik sürüsünün daha güçlü olmasına neden
olabilir.
MUTASYON NE DEMEKTİR?
Mutasyon bir
canlının vücudunda meydana gelen olumsuz yöndeki değişikliklerdir. Mutasyonlara
radyasyon veya kimyasal maddeler neden olur. Radyasyonun veya kimyasal
maddelerin canlılar üzerindeki etkileri her zaman zararlıdır. Örneğin
günümüzden yaklaşık 55 yıl önce 1. Dünya Savaşı’nda Japonya'nın Hiroşima
kentine atom bombası atılmıştı. Atom bombası atıldığı yerin çevresine radyasyon
yaydı ve bu, insanlara çok büyük zararlar verdi. İnsanların birçoğunun ölmesine
veya ciddi şekilde hastalanmalarına neden oldu. Hatta insanların vücutlarındaki
bazı sistemleri bile bozduğu için bu insanların ileride doğan çocukları da
hasta veya sakat doğdular.
Buna benzer bir olay da 1986
yılında Rusya'nın Çernobil kentinde meydana gelmişti. Çernobil'de bir nükleer
santralda patlama meydana gelmiş ve bu yüzden tüm kente ve çevresine radyasyon
yayılmıştı. Aynı Japonya'da olduğu gibi orada yaşayan insanlar ve onların
sonradan doğan çocukları, radyasyonun sebep olduğu mutasyonlar nedeniyle sakat
kalmışlar veya ölmüşlerdi. Görmüş olduğunuz resimler hep radyasyon nedeniyle
mutasyona uğramış insanların ve diğer canlıların nasıl sakat kaldıklarını
göstermektedir.
Şimdi bunun
konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Size daha önce evrimcilerin canlının
başka bir canlı türüne dönüştüğünü ve böylece evrimleştiğini iddia ettiklerini
söylemiştik. Örneğin balıkların sürüngenlere dönüştüklerini söylerler.
Peki bir balık
nasıl olur da bir sürüngene dönüşebilir diye sorarsanız size şöyle derler: Bir
balık bir gün bir mutasyon geçirir yani Japonya'daki çocuklar gibi radyasyon
gibi bir olayla karşılaşır. Bu mutasyon sonucunda balığın vücudunda bazı
değişiklikler olur ve balık bir gün karşınıza timsah olarak çıkar.
Bu çok saçma bir iddiadır. Çünkü
yukarıda da bahsettiğimiz gibi mutasyonlar canlılara hep zarar verirler. Onları
ya sakat bırakırlar, ya da hasta ederler. Buna rağmen evrim teorisi
mutasyonların balıkları geliştirdiğini ve onları bir sürüngene dönüştürdüğünü
söylemektedir. Bu, hiç kimsenin inanmayacağı kadar imkansızdır.
Eğer mutasyonlar faydalı olsalardı,
Çernobil'de radyasyon sızıntısı olduğunda evrimleşip daha gelişmiş bir canlı
olmak için herkes oraya giderdi. Halbuki herkes Çernobil'den kaçmıştır. Ve
Çernobil'in olumsuz etkileri hala sürmektedir.
Evrimcilerin bu iddiasını şöyle bir
örneğe benzetebiliriz. Siz elinize bir balta alsanız ve renksiz bir televizyona
vurmaya başlasanız. Bu televizyonu renkli bir televizyona dönüştürebilir
misiniz? Elbette ki hayır. Baltayla televizyona rasgele
vurduğunuzda paramparça olmuş bir televizyonunuz olur. İşte aynı, baltayla
rasgele vurmak gibi, mutasyonlarda canlılara sadece zarar verirler.
Yani
evrimcilerin söyledikleri gibi bir canlıyı daha iyi duruma getirmezler.
Öyle ise
buraya kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyelim. Evrimciler bir canlının
diğerine dönüşerek evrimleştiklerini söylüyorlar. Ve bu değişimleri ise
mutasyonların ve doğal seleksiyonunun gerçekleştirdiğini iddia ediyorlar. Ama
biz de gördük ki doğal seleksiyon da mutasyonlar da bir canlının özelliklerini
geliştiremezler. Hatta mutasyonlar canlıya resimlerde de görüldüğü gibi zarar
verirler.
EVRİMCİLERİN BİR TÜRLÜ BULAMADIKLARI FOSİLLER
ÖNCE
Fosil nedir?
Bazı canlılar
öldükleri zaman arkalarında izlerini bırakırlar ve bu izleri yani kalıntıları
milyonlarca yıl hiç bozulmadan kalabilir. Ancak bunun olabilmesi için o
canlının hava ile temasının aniden kesilmesi gerekir. Örneğin bir kuş yerde
dururken üzerine aniden bir kum yığını gelse ve orada kuş ölse, bu kuşun
kalıntıları günümüze kadar gelebilir. Veya ağaçlardan akan amber denen sıvılar
vardır. Bazen bu amber bir böceğin üzerine akar ve böcek bu amberin içinde
ölür. Böylece sertleşerek milyonlarca yıl hiç bozulmadan günümüze kadar
gelebilir. Biz de böylece çok eskiden yaşamış olan canlılar hakkında bilgi
edinebiliriz. İşte canlılardan kalan bu kalıntılara fosil denir. İleriki sayfalarda bazı canlıların fosillerini
görebilirsiniz.
"Ara
tür" fosilleri ne demektir?
Evrimcilerin
uydurdukları yalanların en önemlilerinden biri ara türlerdir. Bazı evrimci
kitaplarda ara türlere "ara geçiş formu" da denilir. Evrimciler
bildiğiniz gibi canlıların birbirlerinden meydana geldiklerini söylerler. Yani
onlara göre ilk canlı tesadüfen meydana gelmiştir. Sonra zaman içinde o canlı
başka bir canlıya, o da başka birine dönüşmüş ve bu böylece sürmüştür. Size
bunu bir örnekle açıklayalım. Örneğin evrimcilere göre balıklar deniz
yıldızları gibi canlılardan türemişlerdir. Yani bir deniz yıldızı bir gün bir
mutasyon sonucunda önce bir kolunu kaybetmiştir. Sonra milyonlarca yıl içinde
diğer kollarını kaybetmiş ve bu kollarının kimi kendiliğinden yüzgece dönüşmüştür.
Bu arada yine bir deniz yıldızının balığa dönüşmesi için gerekli olan
değişiklikler meydana gelmiştir. (Böyle bir şeyin olması asla mümkün değildir
ama biz senaryo gereği anlatıyoruz.) Dolayısıyla evrimci masala göre, bir deniz
yıldızı balığa dönüşürken birçok geçiş aşaması yaşamalıdır. Aşağıdaki şekle
bakarsanız bu komik iddiayı daha iyi anlayabilirsiniz.
İşte aradaki
geçiş aşaması olan bu hayali canlılara evrimde ara tür denir. Yine evrime göre
bunların hep yarım organlı canlılar olması lazımdır. Örneğin bir balık bir
sürüngene dönüşürken de arada birçok ara tür olmalıdır. Ve bu ara türlerin
yarım ayakları, yarım yüzgeçleri, yarım akciğerleri, yarım solungaçları olması
gerekir. Ve eğer gerçekten böyle garip canlılar yaşadılarsa bizim onların
kalıntılarını yani fosillerini mutlaka bulmamız gerekir. Ancak ne ilginçtir ki,
bugüne kadar evrimcilerin var olduğunu iddia ettikleri bu ara tür fosillerinden
bir tane bile bulunamamıştır.
Fosiller
bilimsel delillerdir. Yani biz fosillere bakarak geçmişte nasıl canlılar
yaşadığını öğrenebiliriz. Fosiller bize şunu göstermektedirler: Canlılar
birbirlerinden türememişlerdir. Hepsi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde, bugünkü
yaşayan örneklerinden hiçbir farkları ve eksiklikleri olmadan bir anda
oluşmuşlardır. YANİ HEPSİNİ ALLAH YARATMIŞTIR.
KAMBRİYEN DÖNEMİNDE NELER OLDU?
Allah'ın
evreni çok büyük bir patlama sonucu yarattığını size daha önce söylemiştik. Bu
patlamanın ardından tüm evren, gezegenler, yıldızlar, dünyamız oluşmuştur.
Dünyamızda ilk başta canlı hiçbir varlık yoktu. Ama daha sonra Allah dünya
üzerinde tüm canlıları, kuşları, böcekleri, ağaçları, çiçekleri, balıkları,
kaplanları, kelebekleri, filleri, zürafaları ve diğerlerini yaratmıştır.
Peki ilk
canlılar ne zaman ortaya çıkmışlar biliyor musunuz? Kambriyen dönemi denilen ve
günümüzden tam 500 milyon yıl önce yaşanan bir dönemde. Bu dönemde yaşamış olan
ilk canlılar salyangoz, solucan ve denizyıldızı gibi canlılardır. Kambriyen
döneminde yaşamış olan canlılar da evrim teorisinin yanlış olduğunu bize gösterir.
Nasıl mı?
Kambriyen
dönemindeki bu canlılar birdenbire ortaya çıkmışlardır. Onlardan önce canlı
olan hiçbir şey yoktu. Bu canlıların birdenbire ortaya çıkmaları onların Allah
tarafından bir anda yaratıldıklarını gösterir. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri
gibi olsaydı, bu canlıların da, kendilerinden daha ilkel atalardan yavaş yavaş
evrimleşerek o hale gelmiş olmaları gerekirdi. Fakat, bu canlıların
kendilerinden önce yaşamış hiçbir ataları, ara geçiş türleri yoktur. Fosillerde
böyle ara geçiş canlılarına hiç rastlanmamıştır. Fosiller bize göstermektedir
ki Kambriyen döneminde ortaya çıkan bu canlılar, tüm diğer canlılar gibi
birdenbire ve eksiksiz olarak, hiçbir evrimsel ataları olmadan ortaya
çıkmışlardır. YANİ ALLAH TARAFINDAN YARATILMIŞLARDIR. Ayrıca Kambriyen
döneminde yaşamış olan bu canlıların çok önemli özellikleri vardı. Örneğin o
dönemde yaşayan ama sonra soyu tükendiği için bugün bizim göremediğimiz
TRİLOBİT adında bir canlı bulunmaktaydı. Trilobitlerin çok karmaşık ve mükemmel
gözleri vardı. Trilobit gözü sağ yanda da gördüğünüz gibi yüzlerce petekten
oluşuyordu ve bu yüzlerce petek onun çok iyi görmesini sağlıyordu.
Sizce böyle
bir canlı bir anda ortada belirebilir mi? Örneğin bugün size küçük kardeşiniz
gelse ve şöyle dese: "Dün akşam masada oturuyordum. Birden bire önümde bir
sinek belirdi. Nereden geldiğini bilmiyorum, herhalde tesadüfen orada aniden
var oldu. Üstelik çok da ilginç peteklerden oluşan gözleri vardı. Ama herhalde
bunlar da tesadüfen o anda meydana geldi."
Böyle bir
durumda ne düşünürsünüz? Herhalde kardeşinizin küçük olduğu için daha birçok
şeyi akledemediğini düşünürsünüz. Fakat ne gariptir ki evrimciler de bu
canlıların birdenbire denizde belirdiklerini söylerler. Üstelik bugünkü
sineklerin sahip oldukları gözlere onlar da sahiptirler. Bu durumda evrimciler
açıkça yalan söylemektedirler. Çünkü gurur ve kibirlerinden dolayı kendilerini
ve tüm varlıkları Allah'ın yaratmış olduğunu kabul etmek istemezler. Bu gerçeği
örtbas edebilmek için de sürekli yalanlar, hayali senaryolar, masallar uydurup
insanları Allah'tan uzaklaştırmak isterler.
BALIKLARIN SÜRÜNGENE DÖNÜŞTÜKLERİ YALANI
Evrimciler,
sürüngenlerin balıklardan oluştuklarını söylerler. Onlara göre balıklar bir gün
denizlerde yiyecek azalınca karaya çıkmaya karar vermişler ve sonra karada
yaşayabilmek için sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Gördüğünüz gibi bu çok komik bir
iddiadır. Çünkü karaya çıkan bir balığa ne olacağını herkes çok iyi bilir:
BALIK ÖLÜR.
Siz hiç balık
tutmaya gitmiş miydiniz? Bir düşünün! Bir balık oltanıza takılsa, sonra onu
alıp kurtarsanız ve evinizin bahçesine koysanız ne olur? Demin de söylediğimiz
gibi bu balık kısa sürede ölür. Bir gün çok balık tutsanız ve bunların hepsini
bahçenize götürüp koysanız ne olur? Yine tüm balıklar ölür.
İşte
evrimciler bunu kabul etmezler. Derler ki bu balıklardan biri bahçede ölümü
beklerken aniden değişime uğradı ve bir sürüngen oldu ve yaşamaya devam etti!
ASLA BÖYLE BİR ŞEY MÜMKÜN DEĞİLDİR!
Çünkü bir
balığın karada yaşayan hayvanlardan çok farkı vardır ve bunların hepsi
tesadüfen bir anda oluşamaz. Bakın bu balığın karada yaşamak için ihtiyaç
duyacağı şeylerden birkaçını size sıralayalım:
1. Balıklar
suda yaşadıkları için solungaçları ile nefes alıp verirler. Ancak karada
solungaçları ile yaşayamaz ve ölürler. Bunun için bir akciğere sahip olmaları
gerekir. Peki diyelim ki bir balık karaya çıkmaya karar verdi. Kendisine bir
akciğer nereden bulacaktır?
2. Balıkların
bizim gibi bir böbrek sistemleri yoktur. Ancak karada yaşayabilmeleri için buna
da ihtiyaçları vardır. Herhalde balık karaya çıkmaya karar verdiğinde, kendine
bir de böbrek bulmuştur bir yerlerden!
3. Balıkların
ayakları yoktur. Bu yüzden karaya çıktıklarında yürüyemezler. Acaba karaya
çıkmayı ilk başaran balık bu ayağı nasıl bulmuştur? Böyle bir şey imkansız
olduğuna göre evrimcilerin bu konuda da yalan söyledikleri ortaya çıkmaktadır.
Bunlar bir
balığın karada yaşayabilmesi için sahip olması gereken binlerce özellikten
sadece üç tanesidir.
Ayrıca eğer
balıklar sürüngenlere dönüşselerdi milyonlarca balık sürüngen arası, ara tür
fosiline rastlanması gerekirdi. Yani yarım ayaklı, yarım akciğerli ve yarım
böbrekli birçok canlı yaşamış olmalıydı. Ve biz de
bugün onların fosillerine rastlamalıydık. Ancak böyle bir fosil yoktur.
COELECANTH İSİMLİ BALIK HAKKINDA
Evrimciler
yıllarca Coelecanth (sölekant) isimli bir balığı karaya çıkmak üzere olan bir
ara tür olarak tanıttılar. Bütün kitaplarında, dergilerinde bu balığı evrimin
delili gibi gösterdiler. Coelecanth'ın soyu tükenmiş bir balık olduğunu yani
günümüzde yaşamadığını zannediyorlardı. Bu yüzden bu balığın fosiline bakarak
bir sürü yalan uydurdular.
Ancak bir gün
bir balıkçı denizde avlanırken bu balıktan yakaladı. Sonra bu balıktan birçok
kez daha yakalandı. Ve görüldü ki Coelecanth normal bir balıktı. Hiç de
evrimcilerin iddia ettikleri gibi karaya çıkmaya hazırlanmıyordu. Evrimciler
Coelacanth'ın fosiline bakıp "bu balık sığ sularda yüzüyordu, yani karaya
çok yakındı, neredeyse karaya çıkacaktı" demekteydiler. Halbuki
Coelecanth, sığ sularda değil, çok derin sularda yaşıyordu. Yani Coelecanth
evrimcilerin söylediği gibi bir ara tür değildi. Gerçek bir balıktı.
Evrimcilerin bunun gibi daha birçok yalanları da ortaya çıkmıştır.
ÇOK SAÇMA
Evrimcilerin çok saçma
iddialarından biri de kuşların nasıl oluştuğu ile ilgilidir. Evrimcilerin
söyledikleri bir hikayeye göre ağaçlarda yaşayan sürüngenler, zamanla daldan
dala atlamaya başlamışlar ve sonunda da kanatlanmışlardı. Yine bir başka
hikayeye göre bu kez bazı sürüngenler sinek avlamak için ön kollarını çırpa
çırpa koşarlarken ön kolları kanatlara dönüşmüştü.
Bir dinozorun koşarken kanadının
çıktığına inanmak çok komik değil mi? Böyle şeyler ancak masallarda, çizgi
filmlerde olur.
Üstelik çok
önemli bir konu daha var. Bu evrimciler koskoca dinozorun sinek yakalamaya
çalışırken kanatlarının çıktığını söylüyorlar. Peki ama sizce
sinek nasıl uçuyor? Onun kanatları nereden gelmiş?
Koskocaman bir dinozorun nasıl uçtuğunu açıklamaya çalışacaklarına, küçücük bir
sineğin nasıl uçabildiğini açıklasalar ya!
İşte evrimciler
bunu hiç açıklayamıyorlar. Çünkü size daha önce anlattığımız gibi sinek
dünyadaki en iyi uçan canlılardan biri. Saniyede 500-1000 kere kanatlarını
çırpabiliyor. Ve bildiğiniz gibi son derece çevik bir şekilde istediği yönde
hareket edebiliyor. Evrimciler ne kadar yalan söylerlerse söylesinler kuşların
kanatlarının nasıl oluştuğunu açıklayamıyorlar. Bir sineğin kanatlarını ise
akıllarına bile getirmek istemiyorlar.
Çünkü doğrusu
şudur: Kuşlar da, sinekler de kanatları ve uçma yetenekleri ile birlikte Allah
tarafından yaratılmışlardır.
Evrimcilerin
ara tür dedikleri Archaeopteryx (arkeopteriks) aslında tam bir kuştur !
Bakın şimdi sürüngenlerle kuşlar arasındaki yüzlerce
farktan birkaçını size sayalım:
1. Kuşların
kanatları vardır, sürüngenlerin ayakları vardır.
2. Kuşların
tüyleri vardır, sürüngenlerin pulları vardır.
3. Kuşların
kendilerine özgü bir iskelet yapıları vardır. Kemiklerinin içi boştur ve bu
yüzden ağır olmadıkları için rahatlıkla uçabilirler.
(Bunlar ilk
akla gelen bir iki konudur. Bunun dışında bu canlılar arasında daha çok fazla
farklılık vardır.
Size daha önce
de söylediğimiz gibi eğer bir sürüngen bir kuşa dönüşmüş olsaydı, bu geçişin
aşamalarını gösteren sayısız hayvan yaşamış olmalıydı. Ve biz fosiller arasında
bu hayvanların da fosillerini görmeliydik. Yani yarım kanatlı, yarısı tüylü
yarısı pullu, yarım gagalı, yarım ağızlı yaratıklar bulunması gerekirdi. Ama
dünyadaki fosillerin arasında böyle bir yaratık yoktur. Bulunan fosiller ya tam
bir sürüngene ya da tam bir kuşa aittir. Demek ki kuşlar sürüngenlerden
evrimleşmemişlerdir. Tüm diğer canlılar gibi kuşları da Allah yaratmıştır.
Ancak
evrimciler bunu kabul etmek istemedikleri için yalan söyleyerek insanları
inandırmaya çalışmışlardır. Nasıl mı?
Günümüzde
yaşamayan, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış olan Archaeopteryx
(arkeopteriks) isimli bir kuşun fosilini bulmuşlar ve bu kuşun yarı kuş yarı
dinozor bir ara geçiş formu olduğunu söylemişlerdir. Ve "Archaeopteryx
kuşların atasıdır" demişlerdir. Yani bu onlara göre ilk kuşa benzeyen yarı
dinozor canlıdır.
Ancak bu kesin
bir yalandır: ARCHAEOPTERYX TAM BİR KUŞTUR!
Çünkü;
1. Archaeopteryx'in, aynı günümüzde uçan
kuşlar gibi tüyleri vardır.
2. Uçan kuşların kanatlarının bağlandığı göğüs
kemiğinin aynısı Archaeopteryx'te de vardır.
3.
Archaeopteryx kuşların atası olamaz. Çünkü ondan daha yaşlı kuşların fosilleri
bulunmuştur. Yani Archaeopteryx yokken de kuşlar vardır.
HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU?
Bildiğiniz
gibi yunus veya balina gibi hayvanlara deniz memelileri denir. Bu canlılar
denizde yaşamalarına rağmen, aynı memeliler gibi doğurarak çoğalırlar. Oysa ki
balıklar yumurtlayarak çoğalırlar. Peki öyle ise deniz memelileri nasıl
oluşmuştur? Elbette ki onları da Allah yaratmıştır. Ancak evrimciler bu gerçeğe
inanmak istemezler. Ama yunusların ve balinaların nasıl oluştuklarını
açıklayamazlar da. Charles Darwin (evrim teorisini ortaya atan kişi) ise ilk
evrim teorisi ile ilgili kitabını yazdığında şöyle bir şey uydurmuştu: Sürekli
suda balık avlayan ayıların suya gire çıka bir gün balinalara dönüştüklerini
iddia etmişti. Evet yanlış anlamadınız. O çok iyi tanıdığınız tüylü ayıların
denizde yüze yüze metrelerce uzunluğundaki kocaman tüysüz balinalara
dönüştüğünü iddia etmiştir. Sizce bir ayı çok fazla suya girdiği için balinaya
dönüşebilir mi? Öyle ise denize çok fazla giren insanların da bir deniz
memelisine dönüşmeleri gerekmez miydi? Son derece komik değil mi!
Bunlar ancak
masallarda olabilecek gerçek dışı şeylerdir. Örneğin masallarda deniz
kızlarından bahsedilir. Deniz kızları yarı balık yarı insandır. Herhalde
evrimciler deniz kızı masallarının çok fazla etkisi altında kalmışlar!
İNSANIN EVRİMİ MASALI
Evrim
Teorisi'nin iddiaları bununla da kalmaz daha da ileri gider ve insanların
maymundan evrimleştiğini, insanların atalarının maymunlar olduğunu iddia
ederler.
Ancak, ne
Darwin’in ne de diğer evrimcilerin bu iddiasını doğrulayacak hiçbir delilleri
yoktur. Bu iddia da yine tamamen hayal ürünüdür.
Aslında, evrim
teorisinin ortaya atılış sebebi, insanlara Allah tarafından yaratıldıklarını
unutturmaktır. İnsanlar eğer tesadüfen oluştuklarına ve atalarının bir hayvan
olduğuna inanırlarsa, Allah’a karşı sorumluluk duymazlar. Böylece insanlar
artık, tüm manevi değerlerini unutur, sadece kendi çıkarlarını düşünen
insanlara dönüşürler. Sadece kendi çıkarını düşünen insanlar, vatan sevgisi,
bayrak sevgisi, aile sevgisi gibi çok değerli duygularını da kaybederler. İşte
evrimciler böyle manevi değerlerden uzak insanlar oluşturmak için evrim
teorisini savunurlar. Amaçları insanlara Allah'ın varlığını unutturmaktır. Ve
bu nedenle insanlara "Sizi Allah yaratmadı. Siz maymunlardan geldiniz,
yani siz gelişmiş bir hayvansınız" derler.
Halbuki insanı
Allah yaratmıştır. Ve insan diğer tüm canlılardan farklı olarak konuşabilen,
düşünebilen, sevinebilen, karar verebilen, akıl sahibi, uygarlıklar
oluşturabilen, iletişim kurabilen tek canlıdır. İnsana bu özelliklerinin
hepsini veren Allah'tır.
Hiçbir maymun
veya hiçbir başka canlı konuşamaz, düşünemez, karar veremez.
Evrimciler
insanın maymundan geldiğine hiçbir
delil gösteremezler.
Bilim alanında
"delil" göstermek çok önemlidir. Eğer siz bir iddiada bulunursanız ve
insanların buna inanmalarını isterseniz, mutlaka bir delil göstermeniz gerekir.
Örneğin yeni tanıştığınız insanlara "Benim adım Ayşe" dediniz. Ve bu
insanlardan biri çıkıp dedi ki "ben sizin adınızın Ayşe olduğuna
inanmıyorum". Bu durumda bu kişiye delil göstererek adınızın Ayşe olduğunu
ispatlayabilirsiniz. Deliliniz ne olabilir?
"Nüfus kağıdı"nız bir delil olabilir. Bunu karşınızdaki kişiye
gösterirseniz, artık size kesinlikle itiraz edemez.
Bir tane de
bilimsel bir örnek verelim. Günümüzden birkaç yüzyıl önce Newton adında ünlü
bir bilimadamı çıkmış ve dünyada yerçekimi var demiş. Bunu nereden bildiğini soranlara ise bir delil göstermiş. "Bir elma
dalından koptuğunda yere düşüyor, havada durmuyor". Demek ki yerde onu
çeken bir güç var ve bu gücün adına yerçekimi demiş.
Öyle ise evrim
teorisinin de bilimsel olarak inanılır olması için delil göstermesi gerekir.
Örneğin evrim teorisi diyor ki insanın atası maymundur. Biz de o zaman
evrimcilere soracağız: Bunu nereden biliyorsunuz? Deliliniz var mı?
İnsanın atası eğer maymun olsaydı,
delil olarak yarı insan-yarı maymun yaratıkların fosillerini bulmamız gerekirdi.
Ancak bugüne kadar böyle bir fosil bulunamamıştır. Elimizde ya maymun fosilleri ya da insan fosilleri vardır. Yani
EVRİMCİLERİN İNSANIN ATASININ MAYMUN OLDUĞUNA DAİR HİÇ BİR DELİLLERİ YOKTUR!
Ancak
evrimciler bu konuda sahtekarlıklar yaparak insanları yanıltmaya çalışırlar.
Nasıl mı?
Evrimcilerin
bazı sahtekarlıkları:
1. Evrimciler
yarı insan yarı maymun bir yaratık bulduk diyerek soyu tükenmiş maymunların
fosillerini gösterirler.
Buna benzer
resimleri mutlaka bir yerlerde görmüşsünüzdür. İşte evrimciler böyle resimler
çizerek insanları yanıltırlar. Halbuki böyle canlılar hiçbir zaman
yaşamamışlardır. Geçmişte de şimdi olduğu gibi tam insanlar ve tam maymunlar
vardır. Hiçbir zaman burada çizildiği gibi yarı maymun yarı insan yaratıklar
yaşamamışlardır. Böyle bir şeyin olması kesinlikle imkansızdır. Zaten daha önce
söylediğimiz gibi bununla ilgili tek bir fosil dahi bulamamışlardır.
Ancak
evrimciler bu konuda hep sahtekarlık yaparlar. Örneğin soyu tükenmiş, günümüzde
yaşamayan bir maymun türünün fosilini alırlar ve bunu yarı insan yarı maymun
bir yaratıkmış gibi tanıtırlar. İnsanlar da bu konularda fazla bilgileri
olmadığı için evrimcilerin bu yalanına inanırlar.
2. Evrimciler
farklı insan ırklarına ait fosilleri insanın atası olan yarı insan yarı maymun
yaratıklar gibi tanıtırlar.
Hepinizin
bildiği gibi yeryüzünde birçok ırktan insan vardır. Zenciler, Çinliler,
Kızılderililer, Türkler, Afrikalılar, Eskimolar ve daha birçok farklı ırklara
ait insanlar vardır. Ve tabi ki bu farklı ırklara ait insanların bazı
özellikleri de farklı olur. Örneğin Çinliler çekik gözlüdürler, zencilerin
derileri çok koyu renktedir, saçları kıvırcıktır. Bir Kızılderili veya Eskimo
gördüğünüzde hemen onun farklı bir ırktan olduğunu anlarsınız. İşte geçmişte de
böyle farklı ırklardan birçok insan yaşamıştır ve bu insanların bazı
özellikleri bugünkü ırklardan farklıdır.
Örneğin
Neanderthal ırkına ait insanların kafatasları bugün yaşayan insanlarınkine
oranla çok büyüktü. Kasları ise bizimkiyle karşılaştırıldığında çok daha gelişmiş
ve güçlüydü.
Ancak
evrimciler bu ırklar arasındaki farklılıkları insanları yanıltmak için
kullanırlar. Örneğin bir Neandertal insanının kafatası fosilini bulunca,
"işte bu insanların on binlerce yıl önce yaşamış olan yarı maymun yarı
insan atası"derler. Veya bazı ırkların kafatasları daha küçüktür. Bu
kafataslarının fosillerini bulan evrimciler bu kez de "bu kafatasının
sahibi maymunluktan yeni çıkmıştı, insan olmaya yeni başlıyordu" derler.
Halbuki bugün
de kafatasının büyüklüğü genele göre çok daha küçük olan insan ırkları
yaşamaktadır. Örneğin Aborijin yerlilerinin kafatası hacimleri çok küçüktür.
Ama bu onların yarı maymun yarı insan yaratıklar olduğunu göstermez. Onlar da
sizin gibi ve tüm diğer insanlar gibi normal birer insandırlar.
Sonuç olarak
evrimcilerin insanların maymundan türedikleri konusundaki iddialarına delil
olarak gösterdikleri fosiller ya geçmişte yaşamış ve bugün soyu tükenmiş
maymunlara, ya da soyu tükenmiş insan ırklarına aittir. Yani yarı insan-yarı
maymun yaratıklar hiçbir zaman yaşamadılar!
Evrimcilerin
en büyük sahtekarlıkları:
1. Piltdown
Adamı Sahtekarlığı
1912 yılında
evrimci bilimadamları tarafından bir çene kemiği ve kafatası parçası fosili
bulundu. Çene kemiği maymun çenesine, kafatası parçası da insanınkine
benziyordu. Yani evrimcilere göre bu canlı, yarı insan yarı maymundu. Bu kemik
parçalarının 500 bin yıl yaşında oldukları ve insanın maymundan türediğine
delil oldukları söylendi.
Ve bu kemikler
yaklaşık 40 yıl boyunca çeşitli müzelerde evrimin delili olarak sergilendi.
Ancak 1949
yılında bu kemikler üzerinde bazı testler yapıldığında çok şaşırtıcı bir
sonuçla karşılaşıldı: Çene kemiği 500 bin değil, sadece 2-3 yaşındaydı. Bir
insana ait olan kafatası parçaları da ancak birkaç bin yıl yaşındaydılar.
Gerçek
sonradan anlaşıldı: Evrimciler insan kafatasına maymun çenesi takmışlar ve
üzerine kimyasal maddeler sürerek eski görüntüsü vermeye çalışmışlardı.
Yani
evrimciler yarı insan yarı maymun fosili bulamayınca bunun sahtesini üretmeye
kalkmışlardı.
Bu olay tarihe
en büyük bilim sahtekarlığı olarak geçti…
2. Nebraska
Adamı Sahtekarlığı
1922 yılında,
bir azı dişi fosili bulundu. Evrimciler bu dişin insan ve maymunların ortak
özelliklerini taşıdığını iddia ettiler. Daha sonra bu tek dişten yola çıkılarak
bu dişin ait olduğu canlı olarak insan-maymun arası hayali bir canlı çizildi.
Hatta daha da
ileri gidilerek bu canlının bir de ailesi çizildi. Tüm bu çizimler tek bir
dişten yola çıkılarak yapılmıştı… Şöyle bir düşünün. Dişlerinizden biri
düştüğünde, bu dişi sizi hiç görmemiş olan bir insan alsa ve dişe bakarak sizin
resminizin aynısı yapacağını söylese ona inanınır mısınız? Hatta bu dişe
bakarak sadece sizi değil ailenizi de çizeceğini söylese, bu teklif son derece
saçma olmaz mıydı? Elbette ki sadece bir dişe bakarak bir canlıyı ve hatta
ailesini çizmek tamamen mantıksızlıktır.
1927 yılında
ise çok ilginç bir gelişme oldu. Dişin ait olduğu canlının iskeletinin öbür
parçaları da bulundu. Diş ne maymuna ne de bir insana
aitti.
Diş bir
domuzun dişiydi...
Bu olay evrim
sahtekarları için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.
Bu resimleri
görüyor musunuz? Her evrimci tek bir kafatasına bakarak ayrı ayrı şeyler
çizmiş. Onlar da ne çizeceklerine karar verememişler. Çünkü böyle
canlılar hiçbir zaman yaşamamış. Bunların hepsi koskoca profesörlerin hayal
güçlerinin ürünü. Yani şimdi siz de sokakta bir kemik parçası bulsanız ve
elinize bir kalem alıp böyle bir resim çizseniz ve sonra da arkadaşlarınıza
götürüp "işte bu canlılar daha önce yaşamışlardı" deseniz size ne
derler?
Ama siz bunu
yapmazsınız, çünkü bunun ne kadar akılsızca olduğunu biliyorsunuz. Fakat
evrimci profesörler her nasılsa bunun akılsızlık olduğunu anlayamıyorlar!
İNSANIN
MAYMUNDAN GELMEDİĞİNİN DELİLLERİ:
1. Bilim
adamları çok eski dönemlerde yaşamış olan insan fosilleri bulmuşlardır. Bu
insan fosillerinin bugünkü insanlardan hiçbir farkı yoktur. Ayrıca bulunan bu
fosillerin yaşadığı dönemde evrimcilere göre insan daha oluşmamış olmalıdır.
Sadece insanın atası olan maymunların bulunması gereklidir.
Örneğin
İspanya'daki bir mağarada yapılan kazılarda günümüzden 800 bin yıl önce yaşamış
olan bir çocuğun fosilleri bulundu. Bu çocuk yüzü bugünkü çocuklarla aynı
özelliklere sahipti. Halbuki evrimcilere göre 800 bin yıl önce insanların
yaşamıyor olmaları gerekirdi. Onlara göre 800 bin yıl önce yarı insan yarı
maymun yaratıkların bulunması gerekirdi. Ancak İspanya'da bulunan fosille
anlaşıldı ki insan ilk yaratıldığından beri insan olarak vardır. Hiçbir zaman
yarı maymun yarı insan yaratıklar yaşamamışlardır.
2.
Bilimadamları taştan yapılmış bir kulübenin kalıntılarını bulmuşlardı. Bu
kulübenin yaşını hesapladıklarında 1,5 milyon yıldan daha eski olduğunu
buldular. Demek ki günümüzden 1,5 milyon yıl önce ilkel insanlar yoktu. Aynı
bugün yaşayan insanlar gibi normal insanlar bulunmaktaydı. Bu da evrimcilerin
insan maymundan evrimleşmiştir, önce ilkel insan (yarı maymun yarı insan)
vardı, sonra evrimleşerek bu hale geldi iddiasını geçersiz kılmaktadır.
3. Bugüne
kadar bulunmuş en eski insan kalıntılarından biri 1.6 milyon yıl yaşındaki
Turkana Çocuğu fosilidir. Bu fosil üzerinde yapılan incelemelerde, bunun 12
yaşındaki bir insana ait olduğu ve bu kişinin yetişkinliğe ulaşsaydı boyunun
1.80 metre civarında olacağı görülmüştür. Bu fosil, bugünkü insanla tıpatıp
aynı iskelet yapısına sahip olduğu için tek başına insanın maymundan türediği
inancını yıkmaya yetmiştir.
4. İnsan,
canlılar arasında 2 ayağı üzerinde dik yürüyen tek varlıktır. At, köpek, maymun
gibi hayvanlar dört ayaklı; yılan, timsah, kertenkele gibi canlılar da
sürüngendir.
Evrim
teorisinin iddiasına göre milyonlarca yıl önce dört ayaklı hayvanlardan
maymunlar, yürüyüşlerini değiştirerek eğik yürümeye başlamışlardı. Binlerce yıl
eğik yürüyen maymunlar daha sonra bir gün, tamamen dik yürümeye başlamışlardı.
Sonuçta da insan oluşmuştu. Evrim teorisinin bu iddiası bilimsel çalışmaların
sonuçlarına değil, tamamen hayal gücüne dayanıyordu. Son yıllarda bilim
adamlarının yaptıkları çalışmalar evrim teorisinin bu iddiasının bilimsel
olarak yanlış olduğunu ortaya çıkardı.
Yapılan
çalışmaların sonuçlarına göre, canlılar enerjilerini en iyi 2 ayaklı veya 4
ayaklı yürürken kullanıyorlardı. Canlı, bu ikisi arası eğik bir yürüyüş
yaptığında tam 2 katı enerji harcıyordu.
Öyle ise
maymunlar neden çok daha fazla enerji harcadıkları halde milyonlarca yıl eğik
yürüsünler? Bu tıpkı bir insanın normal yürümek yerine, sırtına çok fazla yük
alarak yürümeyi tercih etmesi gibi bir şeydir. Veya siz iki ayağınız üzerinde
dik olarak kolaylıkla yürürken, birdenbire amuda kalkarak yürümeye karar verir
misiniz? Elbette ki hiçbir canlı kendisine en kolay gelen yürüyüşünü
değiştirmez. Allah her canlıyı en rahat hareket edebileceği şekilde
yaratmıştır.
Sonuç olarak evrim teorisi "dört ayağı üzerinde
yürüyen maymun neden bir gün iki ayağı üzerinde yürümeye karar verdi?"
sorusuna cevap veremez.
EN BÜYÜK FARK
İnsanla maymun
arasındaki en önemli farklılık ise insanın ruh sahibi olması maymunun ise
ruhunun olmamasıdır. İnsan bilinç sahibi, düşünebilen, konuşabilen, düzgün
cümleler kurarak düşüncelerini diğer kişilere aktarabilen, karar verebilen,
hisseden, zevk alan, sanatı bilen, resim yapabilen, beste yapabilen, şarkı
söyleyebilen, aile, vatan, millet sevgisi gibi manevi değerleri olan, bilgi
sahibi bir varlıktır. Bu sayılan özelliklerin hepsi insanın ruhuna ait
özelliklerdir. Hayvanların ise ruhları yoktur. İnsan dışında hiçbir canlı bu
özelliklere sahip olamaz.
İşte
evrimcilerin cevaplayamadıkları sorulardan biri de budur? Bir maymunun insan
olabilmesi için hem fiziksel özelliklerinin değişmesi gerekir, hem de bu
insanlara ait özelliklere sahip olması gerekir. Doğada, bir maymunu
konuşturabilecek, ona resim yapma, düşünme, beste yapma yeteneğini verebilecek
bir güç var mıdır? Elbette ki yoktur.
Allah insanı
bu özelliklerle yaratmıştır, ama hayvanlara bu özelliklerin hiçbirini
vermemiştir.
Görüldüğü gibi
bir maymunun insana dönüşmesi kesinlikle imkansızdır. İnsan ilk yaratıldığı
günden bu yana hep insandır. Balıklar hep balık olmuşlardır, kuşlar da hep
kuştur. Hiçbir canlı bir diğerinin atası değildir. İnsanı ve tüm canlıları
yaratan Allah'tır.
Evrimcilerin
insanların maymundan oluştuğunu iddia etmelerinin sebebi arada fiziksel bir
benzerlik görmeleridir. Oysa dünyada maymundan daha çok insana benzeyen
özellikleri olan canlılar da vardır. Örneğin bu resimlerde gördüğünüz
papağanlar konuşabilirler. Veya ahtapotların gözleri insanın gözüne çok benzer.
Kedi ve köpekler ise sizin de bildiğiniz gibi söz dinlerler, kendilerine
söylenenleri yaparlar. Biri çıkıp insanlar eskiden köpekti veya papağandı ya da
daha doğrusu ahtapottu dese siz ne düşünürsünüz? İşte evrimcilerin söyledikleri
yalanların da bundan bir farkı yoktur.
DARWIN VE EVRİMCİLERİN EN ÇOK KORKTUKLARI KONULARDAN BAZILARI
Size kitabın
başında da bahsettiğimiz göz, çok karmaşık ve mükemmel tasarlanmış bir
organdır. Gözü oluşturan 40 ayrı parça vardır ve bu parçalardan bir tanesi bile
olmasa göz göremez.
Bütün bu küçük
parçalar, hiçbir şekilde tesadüfen oluşamayacak kadar ince planlanmış yapılara
sahiptirler. Bunlardan tek bir tanesi bile, örneğin göz merceği olmasa göz
hiçbir işe yaramaz. Dahası sadece mercek ile gözbebeğinin yerleri değişmiş bile
olsa göz görevini yerine getiremez.
Gözyaşı gibi
bize çok basit gibi görünen bir sıvı bile göz için çok önemlidir. Gözyaşı salgılamayan
bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Hatta gözyaşı antiseptik
özelliği ile gözü mikroplara karşı da korur.
Gözün bu
yapısını bir arabaya benzetebiliriz. Bir arabayı oluşturan yüzlerce parça
vardır. Ve bu parçaların hepsi olsa ama sadece gaz pedalı olmasa arabayı
yürütemezsiniz. Veya motorundaki küçücük bir tel parçası kopsa araba çalışmaz.
İşte göz de arabalar gibi tek bir bağlantısı eksik olsa veya tek bir parçası
olmasa göremez.
Evrimciler bu
nedenle gözlerin nasıl oluştuğunu açıklayamazlar. Çünkü bir gözün tesadüfen
oluşabilmesi imkansızdır. Düşünsenize, 40 ayrı parçanın aynı anda aynı yerde
tesadüfen meydana gelerek birleşmeleri hiç mümkün olur mu? Yani gözbebeği,
mercek, retina, göz kapakları, gözyaşı bezleri ve diğerlerinin tesadüfen
oluşmaları ve uygun şekilde bir araya gelmeleri gerekir. Bu da imkansızdır.
Ormanda
yürürken bir araba görseniz ve bu arabanın buraya nasıl geldiğini sorsanız.
Size de ormandaki bazı maddelerin bir araya gelerek bu arabayı oluşturduklarını
söyleseler buna inanır mısınız? Arabanın motoru, debriyajı, direksiyonu, freni,
gaz pedalı, el freni, camları, kaportası, bagajı ve daha yüzlerce parçasının
tesadüfler sonucunda oluştuklarını ve sonra bir araba oluşturacak şekilde
birleştiklerini iddia eden birinin aklından şüphe etmek gerekir.
Göz ise
arabadan daha da karmaşık ve mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ise gözün de
tesadüfler sonucunda oluştuğunu söyleyenlerin akıllarından şüphe etmek gerekir.
İşte Darwin de
gözün nasıl ortaya çıktığını açıklayamamıştır. Ve şöyle demiştir: "Gözleri
düşünmek beni bu teoriden soğuttu" (Norman Macbeth, Darwin Retried: An
oppcal to reason, Boston; Gambit, 1971, Sayfa 101) Teorinin kurucusu Darwin
bile gözlerin mükemmel yapısı karşısında çaresiz kalmıştır.
Darwin tavus kuşunun tüylerini de düşünmek istemiyordu…
Hiç kuş
tüylerini incelemiş miydiniz? Kuş tüyleri kuşların uçmalarını sağlayan çok
karmaşık özelliklere sahiplerdir. Her kuş türünün tüyü farklı renklere sahiptir
ve bizim çok hoşumuza gider. Örneğin tavuskuşunun tüyleri o kadar güzeldir ki,
insanlar hep tavuskuşu tabloları yaparlar veya kumaşların üzerine tavus kuşu
tüyünün motiflerini çizerler.
Ancak kuşların
ve özellikle tavus kuşunun tüylerinden hiç hoşlanmayan biri vardır. Bu kişi Charles Darwin'dir. Çünkü Darwin tüm diğer canlılar gibi
tavuskuşunun tüylerinin de tesadüfler sonucunda meydana geldiğine inanmaktadır.
Ama bu tüyler o kadar mükemmeldir ki, hiç kimse bu kadar mükemmel bir tüyün
tesadüfen oluştuğuna inanamaz. Bunun üzerine Darwin
şöyle demiştir:
"Şimdilerde
ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus
kuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor" .
Bizim çok
hoşumuza giden tavus kuşunun tüylerini Allah yaratmıştır. Ama Darwin bu gerçeğe
inanmak istemediği için "hasta olduğunu" söylemiştir.
VÜCUDUMUZDAKİ BİLGİ BANKASI: DNA
Size daha önce
söylemiştik: İnsan vücudunda trilyonlarca hücre vardır. Ve bu hücrelerin her
birinin içinde de bir insanın sahip olduğu tüm özellikler saklanmıştır.
Peki bu bilgiler
hücrenin içinde nereye saklanmıştır? İşte bundan daha önce söz etmemiştik.
Hücrelerin her
birinin çekirdeğinde DNA adında bir molekül bulunur. DNA insan vücuduna ait tüm
bilgileri içerir. Sizin saçınızın veya gözlerinizin rengi, iç organlarınız, dış
görünümünüz, boyunuzun uzunluğu gibi tüm bilgiler DNA'nızda şifreli olarak
bulunmaktadır. Bu bilgiler ise 4 farklı harf kullanılarak şifrelenmiştir; A, T,
G, C. Her harf bir molekülün isminin baş harfini göstermektedir. Bu dört harf
farklı şekillerde dizilerek farklı bilgileri meydana getirir.
Bunu bir
alfabeye benzetebilirsiniz. Örneğin bizim alfabemizde 29 harf vardır ve bu
harflerin farklı dizilimleri ile farklı kelimeler meydana gelir. İşte DNA'daki
4 harfin farklı şekillerde dizilmesi ile farklı bilgiler oluşur.
DNA'da çok
büyük miktarda bilgi vardır. Bunun ne kadar fazla olduğunu anlamak için şöyle
bir karşılaştırma yapabiliriz: Eğer DNA'daki bilgileri bir kağıda dökmemiz
gerekseydi, her biri 500 sayfa olan 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız
gerekirdi. Bu ansiklopedileri sığdırmak içinse bir futbol sahası uzunluğunda
kütüphaneye ihtiyacımız olurdu. Ancak bu kadar çok bilgi bizim gözümüzle bile
göremeyeceğimiz kadar küçük olan bir moleküle sığdırılmıştır.
Peki bu kadar
bilgiyi oraya kim yazmıştır? Ve bu kadar çok bilgiyi o kadar küçük bir yere kim
sığdırabilmiştir? Evrimciler bunların hepsinin tesadüfen gerçekleştiğini
söylemek zorunda kalırlar. Ama böyle bir şeyin tesadüflerin sonucunda meydana
gelmesi kesinlikle imkansızdır.
Yukarıda size
kütüphane örneğini vermiştik. DNA'daki bilgiler bir futbol sahası uzunluğundaki
kütüphaneyi dolduracak kadar çok ansiklopediye sığar demiştik. Siz bir
kütüphane dolusu ansiklopedi görseniz, bu ansiklopedilerdeki bilgilerin
tesadüfler sonucunda yazıldığını düşünür müsünüz? Yoksa çok fazla bilgili
öğretmenlerin, profesörlerin mi bu ansiklopedileri hazırladıklarını, sonra bu
ansiklopedilerin bir basımevinde basıldığını mı düşünürsünüz? Tabi ki doğru ve
akla uygun olan ikinci seçenektir.
Evrimcilerin
DNA tesadüfen oluştu demeleri neye benzer biliyor musunuz? Bir gün birinin
gelip, "basımevinde bir patlama oldu ve bu patlamanın sonucunda bu
kütüphane kendi kendine oluştu" demesine benzer.
Veya bir gün
sınıftaki sıranıza oturdunuz ve masanızın üzerinde "Türkiye'nin coğrafi
özelliklerinin" yazılı olduğu bir sayfa buldunuz. Bunu kim yazdı diye
sorduğunuzda yanınızdaki arkadaşınız size şöyle dese: "Biraz önce bu
kağıdın üstünde bir şişe mürekkep duruyordu. Ben yanlışlıkla masaya çarpınca
mürekkep kağıdın üzerine döküldü ve bu yazı ortaya çıktı". Arkadaşınızın
aklından şüphe ederdiniz herhalde.
İşte
evrimciler bundan daha da saçma bir şeyi iddia ederler.
Nasıl ki bir
sayfa yazı bile tesadüfen kendi kendine oluşamaz, mutlaka onu yazan biri
vardır. DNA gibi mükemmel bir bilgi bankası da kendi kendine tesadüfler
sonucunda oluşamaz. DNA'yı yaratan üstün ve güçlü olan, her şeyi yapmaya gücü
yeten, yerin, göğün ve ikisinin arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır.
HERŞEYİ YARATAN ALLAH’TIR
Milyarlarca
bilgiyi gözümüzle bile göremeyeceğimiz kadar küçük bir yere sığdıran
Rabbimiz'dir.
Bizi,
ellerimizi, gözlerimizi, saçlarımızı, ayaklarımızı yaratan Allah'tır.
Ailemizi, anne
babamızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi yaratan da
Allah'tır.
En sevdiğimiz
yiyecekleri, çikolataları, pastaları, şekerleri, bize sağlık ve güç veren meyve
ve sebzeleri bizim için yaratan Allah'tır. Eğer Allah bizim için onları
yaratmasaydı biz hiçbir zaman çikolatanın tadını bile bilemezdik.
Bize tat ve
koku alma duyusunu veren Allah'tır. Eğer Allah bize bunları vermeseydi biz
sevdiğimiz bir şeyi yediğimizde onun tadını alamazdık. Patates de yesek,
pasta da yesek bizim için aynı olurdu. Ama Allah biz sevelim, hoşumuza gitsin
diye hem güzel lezzette ve güzel kokuda yiyecekler yaratmış hem de bizlere
onların tatlarını ve kokularını alacak duyular vermiştir.
Hayatınız boyunca hoşunuza giden,
zevk aldığınız, çok eğlendiğiniz birçok şey olmuştur. Bu bir yiyecek olabilir,
bir oyun veya oyuncak olabilir, çok sevdiğiniz insanlarla birlikte bir yere
gitmek olabilir. Hiçbir zaman unutmayın ki bütün bunlardan zevk almanızı
sağlayan sizin Rabbiniz'dir. Allah sizi çok sevdiği için size hep güzel
nimetler vermektedir.
Her şeyden önce siz yoktunuz. Bir
düşünün doğmadan önce hiçbir yerde değildiniz. Yani siz bir hiçtiniz. Sizi
Allah yarattı. Siz yokken sizi var etti.
Öyle ise hayatımızın her anı için
Allah'a şükretmeliyiz. Her sevindiğimiz ve hoşumuza giden şeyde hemen Allah'ı
düşünüp, bizlere bunları verdiği için "Allah'ım bunları bana verdiğin için
sana şükrediyorum" demeliyiz. Eğer hoşumuza gitmeyen bir durumla
karşılaşırsak da yine hemen Allah'a dua etmeliyiz. Çünkü bizi bu tür
durumlardan kurtaracak olan da Rabbimizdir.
Allah her duamızı mutlaka duyar ve
karşılık verir. Çünkü Allah bizim içimizden geçirdiklerimizi, düşündüklerimizi
bilir. Örneğin siz bu kitabı okurken içinizden bazı şeyler düşünüyor
olabilirsiniz. Ve siz söylemediğiniz sürece düşündüklerinizi evdeki hiç kimse
bilemez. Ancak Allah aklınızdan geçen her şeyi duyar ve sizi her an görür. Siz
yalnız olduğunuzu sandığınız anlarda bile Allah sizi görür, ne yaptığınızı
bilir.
Bu nedenle güzel ahlaklı insanlar
hiçbir zaman "nasılsa şimdi beni kimse görmüyor" diye kimse yokken
yanlış şeyler yapmazlar. Yalnızken bile Allah'ın kendilerini gördüğünü ve
işittiğini bilerek hep güzel davranırlar.
SONUÇ
Bu kitabın hazırlanmasındaki amaç
sizlere tüm canlıları ve tüm evreni yaratanın Allah olduğunu anlatmaktı. Tüm
evrenin Allah tarafından yaratıldığı çok açık bir gerçektir. Ancak bazı insanlar
Allah'ın varlığına inanmak istemezler. Bu yüzden bu insanlar evrim teorisi
yalanını ortaya atmışlardır.
Biz bu kitapta her şeyi yaratanın
Allah olduğunu anlatırken bir yandan da evrim teorisinin doğru olmadığını
anlattık. Biz çok az kısmından söz ettik ama evrim teorisini yalanlayan daha
başka birçok konu vardır. Ve evrim teorisine şimdiye kadar tek bir delil bile
bulunamamıştır.
Artık sizler evrim teorisini
savunanların yalan söylediklerini biliyorsunuz.
Bundan sonraki hayatınız boyunca
gördüğünüz her şeyin üzerinde düşünün. Örneğin bir sivrisineği uçarken
gördüğünüzde sivrisineğin nasıl oluşabileceğini düşünün. Veya bir meyve yerken
o meyveye tadını ve kokusunu Allah'ın verdiğini düşünün. Gökyüzünde ayı ve
yıldızları gördüğünüz zaman onları orada yaratanın Allah olduğunu sakın
unutmayın. Allah'ı hem siz düşünün hem de arkadaşlarınıza hatırlatın. O zaman
Allah sizi çok sever ve daima sizi güzellikler içinde yaşatır.