19 Temmuz 2016 Salı

Çocuklar Darwin Yalan Söyledi

Çocuklar Darwin Yalan Söyledi




ÇOCUKLAR

DARWİN YALAN

SÖYLEDİ!







   HARUN YAHYA






ISBN 975-7986-95-X


VURAL YAYINCILIK
1999


Çatalçeşme Sok. Üretmen Han
No: 29/13 Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0 212) 511 42 30 - 638 21 72



Baskı: SEÇİL OFSET
100. Yıl Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul
Tel: (0 212) 629 06 15





İÇİNDEKİLER



BAŞLARKEN

EVREN NASIL MEYDANA GELDİ?

İŞTE VÜCUDUMUZ!

ÇEVRENİZDEKİ CANLILARIN ŞAŞIRTICI ÖZELLİKLERİ

İLGİNÇ CANLILAR

KARA TOPRAKTAN RENGARENK BİTKİLER NASIL ÇIKAR?

TEKRAR DÜŞÜNELİM!

EVRİM TEORİSİ NEDİR?

EVRİMCİLERE GÖRE CANLILAR NASIL EVRİMLEŞİRLER?

EVRİMCİLERİN BİR TÜRLÜ BULAMADIKLARI FOSİLLER

KAMBRİYEN DÖNEMİNDE NELER OLDU?

BALIKLARIN SÜRÜNGENE DÖNÜŞTÜKLERİ YALANI

ÇOK SAÇMA!

HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU?

İNSANIN EVRİMİ MASALI

DARWIN VE EVRİMCİLERİN EN ÇOK KORKTUKLARI KONULARDAN BAZILARI

VÜCUDUMUZDAKİ BİLGİ BANKASI DNA

HERŞEYİ YARATAN ALLAH'TIR

SONUÇ







BAŞLARKEN


Çocuklar !
Hiç düşündünüz mü?
"Dünyamız nasıl meydana geldi?",
"Güneş ve Ay nasıl meydana geldiler?",
"Doğmadan önce neredeydiniz?",
"Denizler, ağaçlar, hayvanlar nasıl meydana geldiler?",
"Kapkara, hiçbir kokusu olmayan topraktan çok sevdiğiniz mis gibi kokan ve rengarenk muz, kiraz, erik, çilek nasıl çıkıyor? Onlara kokularını, renklerini kim veriyor?"
"Minicik bir arı çok lezzetli balı yapmayı nereden biliyor? Çok düzgün kenarları olan bal peteğini nasıl yapabiliyor?"
"İlk insan kimdi?"
"Sizi anneniz doğurdu. Ama ilk insanın bir annesi ve babası olamaz. O zaman ilk insan birdenbire nasıl meydana çktı?"
Bu kitapta bu soruların hepsinin en doğru cevabını öğreneceksiniz.
Bu en doğru cevap nedir biliyor musunuz? Çevrenizde gördüğünüz her şeyi, sizi, arkadaşlarınızı, anne-babanızı, dünyayı, güneşi, çok sevdiğiniz yiyecekleri, muzları, kirazları, çilekleri, rengarenk gülleri, menekşeleri, güzel kokuları, insanları, kedileri, köpekleri, karıncaları, arıları, atları, kuşları, kelebekleri, kısacası her şeyi Allah yaratmıştır.
Size, "minicik bir arının bal yapmayı nereden bildiğini hiç düşündünüz mü" diye sormuştuk. İşte arıya bal yapmasını öğreten de Allah'tır.
Ancak bir de bu konuda yalan söyleyen insanlar vardır. Onlar her şeyi Allah'ın yarattığına inanmazlar ve her konuda yalan söylerler. Bu insanlara "evrimci", söyledikleri yalana ise "Evrim Teorisi" denir.
 Biz de sizin doğruları çok iyi öğrenmeniz için önce doğru olanları anlattık. Kitabın ikinci bölümünde ise evrim teorisine inananların, insanları nasıl yanılttıklarını gösterdik. Bu kitabı okuduktan sonra, bir gün biri gelip size evrim teorisine inanmanızı söylerse, siz de ona evrim teorisinin doğru olmadığını, her şeyi Allah'ın yarattığını anlatabilirsiniz.



EVREN NASIL MEYDANA GELDİ?


Evren nedir biliyor musunuz? Evren dünyamızı, güneşi, ayı, gezegenleri, yıldızları içinde barındıran uçsuz bucaksız büyüklükteki uzaydır.
Siz milyonlarca, milyarlarca kilometre yol gitseniz de uzayın sonuna ulaşamazsınız. Çünkü uzay tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
İşte bu sınırsız uzayın içinde bizim dünyamız bulunmaktadır. Ayrıca bizim dünyamız gibi, güneş, ay ve milyarlarca yıldız vardır.
Peki bütün bunlar nasıl meydana gelmiştir? Örneğin güneş nasıl var olmuştur? Veya dünyamız nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu soruya iki türlü cevap veren vardır. Bu cevaplardan bir tanesi doğrudur, diğeri ise yanlıştır. Yanlış cevap verenler aynı zamanda evrim teorisine de inanan kişilerdir. Şimdi arka sayfada size önce yanlış cevabı, sonra da doğru cevabı söyleyeceğiz.



YANLIŞ CEVAP:

Yanlış cevap verenler şöyle derler: Evren zaten hep vardı ve kendi kendine oluşmuştu. Yani birçok madde kendi kendine bir araya gelerek güneşi, yıldızları, dünyayı, denizleri, ağaçları, nehirleri, dağları tesadüfen oluşturmuştu.
Sizce bu çok mantıksız değil mi? Bir arkadaşınız gelip size şöyle bir şey söylese: "Ben büyük bir kutunun içine biraz toprak, biraz taş, biraz su koymuştum. Sonra birkaç sene bekledim ve bu kutunun içinden bir bilgisayar çıktı." Siz onun bu sözüne inanır mısınız? Herhalde arkadaşınızın şaka yaptığını veya yalan söylediğini düşünürsünüz.
İşte evrimciler böyle açıkça yalan söylerler. Bir bilgisayar bile tesadüfler sonucunda kendi kendine oluşamaz. Önce biri bilgisayarın nasıl olacağını planlar, hangi parçaların kullanılacağını belirler. Sonra çok büyük fabrikalarda, yüzlerce işçi, mühendis, teknisyen bir araya gelirler. Çok büyük makinaları kullanarak bilgisayar yaparlar. Yani siz bir bilgisayar gördüğünüzde bunun kendi kendine orada belirmediğini bilirsiniz. Bilgisayarın akıllı birileri tarafından yapıldığı çok açıktır, değil mi?
Güneş, dünya ve diğer gezegenler bilgisayardan çok daha büyüklerdir. Öyle ise bilgisayarı yapan biri olduğuna göre, güneşi, dünyayı, ayı ve yıldızları da yaratan bir güç vardır.


DOĞRU CEVAP:

Doğru cevabın ne olduğunu anladınız mı? Güneşi, dünyayı, gezegenleri, yıldızları Allah yaratmıştır. Evrende her şey çok kusursuz ve düzenlidir. Çünkü tüm evreni Allah yaratmış, her şeyi olması gereken yere yerleştirmiştir.




Allah Evreni Nasıl Var Etti?
Bilim adamları son yıllarda çok önemli bir şey buldular. Bu önemli şey şuydu: evren var olmadan önce hiçbir şey yoktu. Ne yer, ne hava, ne su, ne yıldızlar, boşluk bile yoktu. Bu yokluk içinde ise küçücük bir nokta vardı. Ancak bu nokta gözle bile görülemeyecek kadar küçüktü. Bu noktanın içinde bir sürü madde sıkıştırılmıştı. Sonra bir anda bu nokta patladı. Nokta patlayınca içine sıkıştırılmış olan bütün maddeler fırladılar ve sonra bu fırlayan maddeler birleşerek önce atomları, sonra bu atomlar birleşerek yıldızları, güneşimizi, dünyamızı ve diğer gezegenleri oluşturdular. İşte bu patlamaya bilimadamları "Büyük Patlama" adını verdiler. Ve büyük patlama sonucunda evrendeki her şey oluştu.
Şimdi burada çok önemli bir konuyu düşünmeniz gerekiyor. Diyelim ki siz bir balonun içine yap-boz oyununuzun bütün parçalarını dağınık olarak doldurdunuz. Sonra balonu şişirdiniz ve bir anda balonu patlattınız. Yani "Büyük Patlama" oldu. Peki balonun içine doldurduğunuz yap-boz parçaları ne olur? Odanın ortasında sizin bile yapamayacağınız güzellikte bahçeli bir ev veya havaalanı oluşturabilirler mi? Yoksa dağınık olarak odanın etrafına mı saçılırlar?
Tabi ki balon patlayınca içindeki yap-boz parçaları odanıza dağınık olarak saçılır. Yap-boz parçalarının bir ev veya bir havaalanı oluşturabilmesi için sizin onları düzenlemeniz gerekir.
İşte, "Büyük Patlama"yı yaratan, Büyük Patlama'dan sonra uzaya saçılan maddeleri düzenleyen, bu maddeleri bir araya getirerek güneşi, dünyayı, gezegenleri, yıldızları yaratan Allah'tır. Yani hiçbir şey yokken, Allah bir anda "Ol" emrini vermiş ve tüm gezegenleri, dünyamızı ve güneşi yaratmıştır. Tek bir gezegenin bile yaratılması çok zordur. Ancak Allah milyarlarca gezegen ve yıldızı bir kerede yaratmıştır. Çünkü Allah çok üstün ve güçlüdür. Allah'ın gücü her şeye yeter. Allah bir şeyi istediği zaman, onu hemen yapabilir.
Allah, bizlere Kendisini ve yarattıklarını tanıttığı Kitabı olan Kuran'ı göndermiştir. Ve biz her şeyin en doğrusunu Kuran'a bakarak öğrenebiliriz. Örneğin "Allah her şeyi nasıl yaratmıştır" diye sorduğumuzda, Allah Kuran'da bize şöyle cevap verir:
"(Allah) Gökleri ve yeri yoktan yaratandır... O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir." (Enam Suresi, 101)





Allah Dünyayı Bizim İçin Yarattı
Gördüğünüz gibi dünyamızı, güneşi, yıldızları ve ayı Allah yaratmıştır. Peki dünyamızın üzerinde canlılar nasıl oluşmuştur? Bir düşünün koskocaman bir gezegen var ama üstü bomboş. İnsan yok, hayvanlar yok, çiçekler ve böcekler de yok. 
Dünyamız üzerinde canlıların yaşayabilmesi için pek çok özellikle süslenmiştir. Bu özellikleri dünyaya veren de Allah'tır. Yoksa hiçbirimiz var olamazdık. Ne siz, ne anne babanız, ne de arkadaşlarınız burada olmazlardı.
Şimdi, dünyada canlıların yaşayabilmesi için Allah dünyayı nasıl yaratmış sırayla görelim:
1. Bir düşünün… Evrendeki her şey ne kadar düzenli. Güneş tam bizi ısıtacak, bize ışık verecek bir yere yerleştirilmiş. Eğer Güneş olmasaydı, dünyamızda hiçbir canlı olmazdı. Ne siz, ne hayvanlar, ne de diğer canlılar yaşayamazlardı.
2. Bir de Allah, Dünyamız'ın Güneş'e uzaklığını en iyi şekilde ayarlamış. Eğer Dünya Güneş'e biraz daha yakın olsaydı, Dünyamız sıcaktan kavrulurdu ve biz yine olamazdık. Eğer Dünya Güneş'e biraz daha uzak olsaydı, o zaman da dünyanın her yeri buz kaplı olurdu ve yine canlılar yaşayamazlardı. İşte bu yüzden diğer gezegenlerde hayat yoktur. Çünkü bu gezegenler ya güneşe çok yakındırlar ya da çok uzaktırlar.
3. Sizin de bildiğiniz gibi tüm canlıların yaşayabilmeleri için nefes almaları gerekir. Nefes alabilmek içinse havada oksijen olması gerekir. Havada insanların nefes alması için tam gereken miktarda oksijen vardır. Biraz daha az veya biraz daha fazla oksijen olsaydı, ne biz ne hayvanlar ne de bitkiler yaşayamazdık. Çünkü demin de dediğimiz gibi hepimiz yaşamak için nefes alıp vermek zorundayız. Ve bunun için de mutlaka oksijene ihtiyacımız var. 
4. Bizim yaşamamızı sağlayan en önemli şeylerden biri de sudur. Hiçbir canlı susuz yaşayamaz. Bu nedenle Allah dünyanın büyük bir kısmını su olarak yaratmıştır. Dünyanın dörtte üçü sularla kaplıdır. Oysa diğer gezegenlerin hiçbirinde ve geceleri gökyüzünde gördüğünüz Ay'da su yoktur. Sadece Dünya'da canlıların olması için gerekli her şey vardır.
Bizim dünyada yaşayabilmemizi sağlayan binlerce olay vardır. Bunlardan bir tanesi bile olmasa dünyada tek bir canlı kalmaz. Peki bu binlerce olay tesadüfen bir araya gelmiş ve böyle dünya gibi bir yeri oluşturmuş olabilir mi? Elbette ki hayır. Bunların hiçbiri tesadüfen gerçekleşemez. Allah dünyayı insanlar için yaratmıştır. Onun için de dünya bizim için en uygun yerdir.
Dünya ve tüm evren tesadüfen oluştu diyenlere şöyle bir soru sorabilirsiniz? Diyelim ki, kumsalda oyun oynuyorsunuz ve birdenbire büyük dalgalar gelmeye başladı ve siz hemen evinize döndünüz. Birkaç saat sonra dalgalar geçince tekrar kumsala döndüğünüzde ise çok şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştınız. Kumsalda harika bir kumdan şehir yapılmış. Evler, hastaneler, havaalanı, otobüsler bile unutulmamış. Hatta insan şekilleri bile konmuş. Yanınızdaki arkadaşınıza bunların burada nasıl oluştuklarını sordunuz. O da size "biraz önce gelen büyük dalgalar bu kumdan şehri yapmış olabilir" diye cevap verse ne düşünürsünüz? Arkadaşınızın hayal gördüğünden şüphe etmez misiniz?
Ya da şaka yaptığını düşünüp gülebilirsiniz. Çünkü bu kadar mükemmel bir kumdan şehri denizdeki dalgaların tesadüfen oluşturması imkansızdır. Belli ki bu işi iyi bilen biri gelip kumdan şehri yapıp gitmiştir.
Ama bazı insanlar, hem de bazıları profesör veya bilimadamı olmalarına rağmen bu kadar komik bir şeyi kabul ederler. Onlar, "kumdan şehri dalgalar oluşturdu" demezler ama, "güneşi, yıldızları, dünyayı bir araya gelen küçücük madde parçaları yani atomlar kendi kendilerine, tesadüflerle oluşturdu" derler. Çünkü bu insanlar her şeyi Allah'ın yarattığını söylemek istemezler. Doğru olana inanmayarak, yanlış olanı savunurlar. Size kitabın sonlarına doğru bu insanların kimler olduklarını daha detaylı olarak anlatacağız.


Dünyayı çepeçevre koruyan zırh:      Atmosfer
Dünyaya her gün pek çok göktaşı düştüğünü biliyor musunuz?
Göktaşları diğer gezegenlere düştüklerinde dev büyüklükte kraterler açarlar. Ancak dünyaya düştüklerinde dünyaya zarar gelmez.
Peki ama, neden göktaşları uzaydaki diğer gezegenlerin yüzeylerine büyük hasarlar veriyorlar da dünyaya hiçbir zarar veremiyorlar?
Bunun sebebi dünyamızı saran atmosferdir. Atmosfer tüm Dünya'nın çevresini koruyucu bir zırh gibi kaplar. Uzaydan atmosfere giren bir göktaşı yanarak küçülür. Göktaşı dünya yüzeyine iyice yaklaştığında artık epeyce küçülmüştür. Böylece göktaşı dünya yüzeyine vardığında çok çok küçülmüş, hatta bazen tamamen yok olmuş olduğundan bizlere zarar vermez.
Atmosfer sadece göktaşlarının zararlarını önlemekle kalmaz. Ayrıca Güneş'ten gelen zararlı ışınları da emer. Eğer bu zararlı ışınlar yeryüzüne ulaşsalardı, yine canlıların yaşaması mümkün olamazdı.
Burada bahsettiğimiz bu iki özellik bile bize atmosferin gelişigüzel oluşmadığını gösterir. Yeryüzündeki canlılara karşı çok şefkatli ve aynı zamanda da sonsuz gücü olan Allah, atmosferi yaratmıştır. Ve bizi bu atmosferle tehlikelerden korumaktadır.


Atomlar Düşünebilir mi?
Biraz önce size anlattığımız gibi,  Büyük Patlama'dan sonra, önce ATOMLAR ortaya çıktı. Peki siz atomun ne olduğunu biliyor musunuz?
İlk önce atomun nasıl bir şey olduğunu tarif edelim. Atomu sizin oynarken kullandığınız bilyelere benzetebiliriz. Ama şu ana kadar hiç görmediğiniz kadar ufak bilyelerdir bunlar.
Şimdi etrafınıza bir bakın! Gördüğünüz her şey aslında bu bilyelerin yani atomların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Şu an oturduğunuz koltuk, elinizdeki kitap, anneniz, okuldaki öğretmeniniz, seyrettiğiniz televizyon, mutfaktaki elmalar, karpuzlar, çikolatalar, köpeğiniz, su, bahçenizdeki çiçekler, oyuncaklarınız, hatta kendi vücudunuz da atomlardan yapılmıştır. Ayrıca size geçen bölümde anlattığımız evreni oluşturan yıldızlar, güneşler ve bu arada üzerinde yaşadığınız dünya da tıpkı sizin gibi atomlardan oluşmuştur. Gezdiğiniz her yerde, bulunduğunuz her köşede atomlar vardır.
Ama siz bu atom dediğimiz küçük varlıkları göremezsiniz. Çünkü onlar sizin hayal dahi edemeyeceğiniz kadar küçüktürler. Öylesine küçüktürler ki en büyük mikroskoplarla bir tanesini dahi görmek mümkün değildir. Bir atomun ne kadar küçük olduğunu anlatmak için size şöyle bir örnek verelim:
Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. "Atomları mutlaka görmek istiyorum" diyorsanız, elinizdeki anahtarı dünya kadar büyütmeniz gerekecektir. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz.
Peki acaba Büyük Patlama'dan sonra ortaya çıkan atomlar nasıl olup da bir araya gelmişlerdir? Yani atomlar cansızdır. Akılları, zekaları yoktur. Karar veremezler. Örneğin "haydi biz şimdi bir araya gelelim de bir yıldız oluşturalım" veya "hadi birbirimize yaklaşalım da dünyayı meydana getirelim" diyemezler. Bunu şöyle de örneklendirebiliriz: Daha önce bahsettiğimiz bir yap-boz oyunu vardı. Yap-boz oyununun parçaları cansızdır ve onlar da atomlar gibi karar veremezler. Onları etrafa dağıtacak olsanız, onlar da "haydi bir araya gelip bir kale resmi veya bir insan resmi ortaya çıkaralım" diye düşünemezler.
O halde yine soralım: Atomlardan oluşan bu yıldızlar, gezegenler, insanlar, hayvanlar nasıl ortaya çıkmıştır? Atomlar karar vermediyse, onları kim bir araya getirmiştir?
Elbette etrafınızdaki hiçbir şey bir rastlantı sonucu oluşamaz. Atomları bir araya getiren Allah'tır. Allah atomlardan tüm uzayı, gezegenleri, yıldızları, Dünya'yı, hayvanları, bitkileri, insanları yaratmıştır.


Atomlardan Nasıl İnsanlar Oluşur?
Atomlar bir araya gelip insanları oluştururlar dedik, ama mutlaka siz de bunun nasıl olduğunu merak etmişsinizdir. Önce atomlar bir araya gelip HÜCRE'leri oluştururlar. Yine yeni bir şey öğreniyoruz: Acaba hücre nedir?
Tüm canlıların bedenleri hücrelerden oluşur. Hücreler de atomlar kadar olmasa da çok küçüktürler ve gözle görülmezler. Bu küçüklüğü şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: On bin (10.000) tane hücreyi bir araya getirirsek sadece bir toplu iğnenin başı kadar yer kaplarlar. İşte bu yüzden siz onları göremezsiniz. Ama insanların, karıncaların, kedilerin, güllerin, ağaçların etrafınızda gördüğünüz CANLI olan her şeyin içinde hücreler vardır. Örneğin siz de trilyonlarca hücrenin bir araya gelmesiyle meydana geldiniz.
Peki bu trilyonlarca hücre nereden geldi?

Küçük kardeşinize bir bakın. 2 sene önce ortada yoktu, sonra birdenbire var oldu ve yavaş yavaş büyüdü. Bu çok şaşırtıcı olay acaba nasıl gerçekleşti?

Küçük kardeşiniz ilk önce annenizin karnında tek bir hücre olarak meydana geldi. Ama bu tek hücre, içinde çok önemli bilgiler saklıyordu. Kardeşinizin şu an olduğu hale gelmesini sağlayacak bütün bilgiler bu hücrenin içinde vardı; göz rengi, saç rengi, boyunun uzunluğu…
Sonra o hücre biraz büyüdü. Ve birden bölünmeye başladı. İlk önce ikiye bölündü. Ama burada çok şaşıracağınız bir şey oldu ve hücre ikiye bölündüğü halde içindeki bilgiler bölünmedi. Yani ortaya çıkan iki hücrede de aynı bilgiler oluştu. Bundan sonra her bölünen hücre için de aynı şey oldu ve sürekli aynı bilgilere hiç eksilmeden sahip olan bir sürü hücre meydana geldi. Sonra bunlar da bölündüler, sonra diğerleri de bölündüler… Bu böyle sürdü ve en sonunda milyonlarca hücre oldu.
Ama burada daha da şaşırtıcı, hiç ummayacağınız bir olay gerçekleşti!
Bu hücreler içlerinde aynı bilgi olmasına rağmen, farklı farklı görevler aldılar. Bir bölümü kardeşinizin derisini oluşturan hücreler oldular. Başka bir bölümü kasları, diğerleri iskeleti, diğerleri beyin sinirlerini meydana getirdiler.
Hücreler çoğaldıkça, bir top şeklinde olan hücre yığını da şekillendi, biçim aldı. Üstteki resimlerde görüldüğü gibi önce kardeşinizin başı, incecik kolları ve bacakları ortaya çıktı. Hücreler büyümeye ve bölünmeye devam ettiler ve 9 ay sonra tam bir bebek haline geldiler. İşte siz o aşamada kardeşinizle ilk kez tanıştınız.
Buraya kadar anlattıklarımız sizi çok şaşırtmıştır. Belki de hücreler neden farklı görevler aldılar, nasıl olup da böyle düzgün bir şekle girdiler diye düşünmüşsünüzdür. İşte tüm bunları yapan Allah'tır. Hücreler küçücük, gözle görülmeyen varlıklardır. Atomlar gibi onların da kendi başlarına karar almaları, bir araya gelip bir insan oluşturmaları mümkün değildir. Kardeşinizin ve diğer tüm insanların, hücrelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluştuğunu düşünmek kuşkusuz son derece saçmadır.
Her şeyin Yaratıcısı olan Allah tüm insanları kusursuzca yaratmıştır. Ve bize gönderdiği Kitap'ta insanların bu konuyu düşünmeleri gerektiğini şöyle haber vermiştir:
İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67)
Kardeşiniz ve diğer tüm insanlar gibi siz de tek bir hücreyken büyüdünüz, büyüdünüz ve koskocaman bir insan haline geldiniz. Ve şu anda da dünyada güzel bir yaşam sürdürüyorsunuz. Bunların tümünü Allah'a borçlusunuz. Allah sizi çok seviyor ve size sürekli güzel nimetler veriyor. O halde sakın sizi yaratan Allah'a şükretmeyi unutmayın.




İŞTE VÜCUDUMUZ!



Vücutlarımız, dünyada rahatça yaşayabilmemiz, koşup-oynayabilmemiz, okuyup-yazabilmemiz, kısacası her işi yapabilmemiz için tasarlanmış kusursuz makinalardır. Bu makinalar öyle harikadırlar ki, en ileri teknolojilerle bile bir benzerleri yapılamaz. Yıllarca hiç durmadan, bozulunca kendi kendisini tamir ederek çalışan vücudumuz hakkında ne kadar bilginiz var?


Dünyaya Açılan Pencerelerimiz:   Gözler

  

Vücudumuzdaki her organ bizim için çok önemlidir. Bir tanesinin bile eksik olması bütün hayatımızı değiştirebilir. Örneğin gözlerimiz… Hiç gözünüz olmadığında ne yapardınız düşündünüz mü? Anne ve babanızın, kardeşlerinizin, arkadaşlarınızın yüzlerinin nasıl olduğunu bilemezdiniz. Güzel olan hiçbir şeyi göremezdiniz. Oyuncaklarınızla oynayamazdınız. Bu kitaptaki renkli resimlerin hiçbirini göremezdiniz. Örneğin bir köpek neye benzer, bir tavşan nasıldır hiç aklınızda canlandıramazdınız. Televizyonda sevdiğiniz çizgi filmleri seyredemezdiniz. İşlerinizi kolay yapamazdınız. Yolunuzu evin içinde bile bulamayabilirdiniz. Renklerin  şekillerin hiçbirini göremez, ışığın ne olduğunu bilmez ve bunların hiçbirinin ayrımını yapamazdınız. Ve bu liste saymakla bitmez.
Allah  insanların hepsini görebilecekleri gözleri ile yaratmıştır. Bu Allah'ın insanlara verdiği çok önemli bir güzelliktir.
Ayrıca göz çok önemli işler gerçekleştiren bir organdır. Biz hiç farkında değilken gözlerimiz bu önemli işlemleri yaparlar ve biz ancak ondan sonra etrafımızı görebiliriz.
Nasıl gördüğümüze çok kısaca bakalım:
Dünyada her cismin çevresine yaydığı bir ışığı vardır. Örneğin siz bu kitaba bakarken bu kitaptan gelen ışık şu anda sizin göz bebeğinizin içinden gözünüzün arka kısmına giriyor.
Gözünüzün arka kısmında birçok işlem gerçekleştikten sonra bu ışık, elektrik sinyaline dönüşüyor. Elektrik sinyali ise beyninize gidiyor. Beyninizin arka kısmında ise görmenizi sağlayan bir yer (görme merkeziniz) var. Görme merkeziniz küçücük bir nokta. İşte elektrik sinyalleri bu küçücük noktanın üzerinde sizin bakmakta olduğunuz kitabın görüntüsünü oluşturuyor ve siz bu kitabı o anda görüyorsunuz.
Bunları çok basitleştirerek anlatmak bile bu kadar uzun sürüyor, ama görmeniz bu kadar uzun sürmüyor. Bu işlemler o kadar hızlı gerçekleşiyor ki kitaba baktığınız anda onu görebiliyorsunuz.
Çok mükemmel bir sistem değil mi? Hatırlarsanız size kitabın başında evrimcilerden söz etmiştik. Ve bu kişilerin dünyanın, evrenin, yıldızların ve tüm canlıların kendi kendine tesadüfen meydana geldiğini söylediklerini söylemiştik. Şimdi bu yalan söyleyen insanlar gözlerimiz için de aynı yalanı söylerler. Derler ki: gözler tesadüfen, kendi kendine meydana geldi. Bu kadar karmaşık, bu kadar mükemmel bir sistem hiç kendi kendine oluşabilir mi? Bunun ne kadar saçma bir iddia olduğunu daha iyi anlamak için gelin bir örnek verelim:
Mühendisler, fotoğraf makinalarını ve kameraları insan gözlerini taklit ederek yapmışlardır. Ancak bu aletlerin hiçbiri gözünüz kadar güzel bir görüntü vermez. Şimdi başınızı kitaptan kaldırın ve çevrenize bir bakın. Ne kadar net görüyorsunuz değil mi? Görüntünüzde hiçbir bulanıklık yok. Karlanma veya kayma da yok. Ama bir de televizyon ekranına bakın. Çoğu zaman karlanmalar olabiliyor veya görüntü kayıyor. Bunlar olmadığı zamanda bile asla gözünüzün oluşturduğu kadar güzel bir görüntü oluşturamıyorlar.
Şimdi bir düşünelim. Demek ki gözümüz kameralardan, fotoğraf makinalarından veya televizyondan çok daha kaliteli bir alet. Şimdi biri size gelip şöyle dese ne yaparsınız?
"Evde duran elektrik kabloları, vidalar, çekiç, tornavida, kapı, pencere vs. bir fırtına sonucu bahçeye uçup bir araya toplandılar. Daha sonra bunların üzerine şimşekler çaktı, yağmur yağdı, biraz toprakla karıştılar, aradan biraz vakit geçti ve derken bir de baktım ki bir televizyon ortaya çıkmış. Ben de onu aldım getirip eve koydum."
 Herhalde o kişinin aklının çalışmadığını veya yalan söylediğini düşünürsünüz. Çünkü televizyonlar yüzlerce mühendis ve uzman kişi tarafından çok büyük fabrikalarda yapılır. Tesadüfen ve kendi kendine oluşması imkansızdır.
Öyle ise televizyondan daha kaliteli olan göz kendi kendine oluşmuş olabilir mi? Elbette ki olamaz. Nasıl televizyon kendiliğinden ortaya çıkmıyorsa, birileri tarafından yapılıyorsa, göz de tesadüfen oluşmamıştır. Gözlerimizi bu kadar net, 3 boyutlu ve renkli görecek şekilde yaratan Allah'tır. Bu nedenle gördüğümüz her güzel şey için Allah'a şükretmeliyiz.



Hışırtısız İşiten Kulaklarımız
Allah kulaklarımızı da aynı gözlerimiz gibi mükemmel yaratmıştır. Örneğin bir müzik setini düşünün. En iyi müzik setini açtığınızda bile bir hışırtı veya cızırtı duyarsınız. Sık sık radyonun kanalları karışabilir. Şimdi hiç konuşmayın ve dinleyin: hiçbir hışırtı duyuyor musunuz? Kulağınız asla hışırtı çıkarmaz. Sesleri çok güzel, tam oldukları gibi net duyarsınız. Bir düşünsenize, kulaklarınız da müzik setleri gibi hışırtılı çalışabilirdi. Ama Allah kulaklarımızı kusursuz yaratmıştır ve biz hiçbir rahatsızlık hissetmeden çevremizdeki sesleri duyabiliriz.
Allah kulaklarımızı bizim rahatsız olacağımız bazı sesleri de duymayacağımız şekilde yaratmıştır. Örneğin vücudumuzda kan çok hızlı akar ve bu akışı sırasında çok fazla gürültü çıkarır. Ama onun çıkardığı sesi bizim kulağımız duyamaz. Veya dünyamız dönerken de çok güçlü bir ses çıkartır. Ancak Allah kulağımızı o kadar mükemmel yaratmıştır ki biz o sesi de duymayız. Allah bize karşı çok merhametlidir. Onun için ömür boyu rahatsız olacağımız sesleri bize duyurmaz.
Bizim ise Allah'ın merhametine karşılık olarak Allah'a şükretmemiz gerekir. Kuran'da bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:
"Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi." (Nahl Suresi, 78)


Hiç Yorulmayan Kalbimiz
Kalbimiz bizim için çok önemli bir organdır. Kalbimiz dakikada yaklaşık 72 kere, yılda ise 40 milyon kere pompalama yapar. Bunun ne kadar yorucu bir işlem olduğunu anlamak için elinizi yumruk yapın ve sonra bu şekilde açıp kapamaya başlayın. Sizce böyle bir hareketi kaç dakika boyunca yapabilirsiniz. Yaklaşık yumruğunuz kadar olan kalbiniz bu hareketi sizin yaşamınız boyunca ve bir kere bile durmadan yapar. Bizler uyuduğumuz zaman bile kalbimiz hiç durmaz. Biraz heyecanlansak kalbimiz daha hızlı atar, dinlenirken yavaşlar. Tüm bu ayarlamaları kalbimiz biz hiç farkında değilken, otomatik olarak yapar.
Kalbimiz her atışında vücudumuza kan pompalar. Ve bu kanın içinde yaşamamız için gerekli olan maddeler vardır. Bu sayede vücudumuzdaki her hücre ihtiyacı olan oksijene ve besinlere kavuşur. Kalbimiz her gün 43 bin litre kan pompalamaktadır. Bu ne kadar kan demektir biliyor musunuz? Yaklaşık 150 küveti dolduracak kadar kan demektir. Elinize küçük bir bardak alsanız ve bir küvet dolusu suyu bu bardakla boşaltmaya çalışsanız ne kadar yorulursunuz değil mi? Bir de düşünün ki, 150 küvet dolusu suyu küçük bir bardakla boşaltacaksınız. Herhalde böyle zor bir işi yapamazdınız. Ancak kalbimiz bu işi her gün, bizim doğduğumuz günden beri yapar ve öleceğimiz güne kadar da yapacaktır. Üstelik hiç ara vermez. Örneğin siz bir iş yaparken yorulursanız dinlenmek için ara verirsiniz. Gidip yatarsınız veya uzanırsınız. Kalbimiz ise hiç yorulmaz. Çünkü kalp bizim yaşamamız için çok önemlidir. Küçüktür ama yaptığı iş çok büyüktür. Bu yüzden Allah onu hiç yorulmayacak gibi güçlü yaratmıştır.





Vücudumuzda Bizi Mikroplara          Karşı Koruyan Bir Ordu Bulunduğunu Biliyor muydunuz?
Biz hiç göremeyiz ama oturduğumuz yer, soluduğumuz hava, tuttuğumuz yerler mikrop ve virüslerle doludur. Mikroplar ve virüsler insanlarda hastalığa neden olan minik varlıklardır. Biz onları gözümüzle göremeyiz ama onlar bizi hasta yapıp güçsüzleştirebilirler.
Ancak gözümüzle göremediğimiz başka canlılar da vardır. Bunlar da bizim içimizde yaşayan ve bizi bu mikrop ve virüs düşmanlarımıza karşı koruyan bir ordudur. Bu ordunun adı "Savunma Sistemi"dir.
Savunma sistemimiz vücudumuzda kanın içinde yaşar. Savunma sistemimizi oluşturan hücrelere akyuvarlar denir.
Vücudumuza bir düşman girdiğinde, kanımız tıpkı bir laboratuvar gibi çalışır. Hemen bu düşmanla savaşmak üzere çok özel maddeler üretir ve bunların sayısını düşmanın gücüne göre çoğaltır. Ve vücudumuzda kıyasıya bir savaş başlar. Bazen biz bu savaşı hiç hissetmeden vücudumuzdaki ordu savaşı kazanır, mikroplar ve virüsler ölür.
Bazen de bu savaşı hissederiz. Nasıl mı? Ateşlenerek! Şimdiye kadar mutlaka bir kaç kez ateşiniz çıkmıştır. İşte bu sırada vücudunuzdaki ordunuzla düşmanlarınız savaşıyorlardı. Savaş sırasında vücudunuz sahip olduğu bütün enerjiyi kullanır ve daha fazlasına ihtiyaç duyar. Vücudunuz savaşırken eğer siz gidip bahçede koşarsanız, ordunuzun kullanacağı enerjiyi kullanmış olursunuz. Bu durumda ordunuz savaşı kaybeder ve siz hastalanırsınız. Ama ateşiniz çıktığı zaman doğal olarak yatarsanız, o zaman tüm enerjinizi ordunuz kullanır. Böylece ordu düşmanlara karşı zafer kazanır. Yani aslında ateşimiz çıktığında vücudumuz bize "dinlen" mesajı vermektedir.
Eğer bizim bir savunma sistemimiz olmasaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Doğduktan çok kısa bir süre sonra vücudumuza giren ilk mikrop yüzünden ölürdük. Allah, her insanı bir savunma sistemi ile birlikte yaratır. Çünkü Allah insanlara karşı çok merhametli ve şefkatlidir. Kitabın başından beri gördüğünüz gibi biz her an yaşamamızı, güzel şeyler görmemizi, güzel yiyecekler yememizi Allah'a borçluyuz. Onun için gördüğümüz her şeyde hemen Allah'ı düşünmeliyiz ve şöyle demeliyiz: "Allah'ım bana bunları verdiğin için sana şükrediyorum."






ÇEVRENİZDEKİ CANLILARIN ŞAŞIRTICI ÖZELLİKLERİ

Her gün gördüğünüz bazı canlıların çok şaşırtıcı özellikleri olduğunu biliyor muydunuz?
Allah dünyamızı yarattıktan sonra onun üzerinde sayısız canlı da yaratmıştır. Bu canlılardan bir tanesi insandır. İnsanın nasıl yaratıldığını size biraz önce anlattık. Ama dünya üzerinde insan dışında canlılar da vardır. Bunlar, hayvanlar ve bitkilerdir.
Şimdi bu bölümde Allah'ın yarattığı bazı hayvanlardaki ve bitkilerdeki çok şaşırtıcı özellikleri anlatacağız. Bunların bir kısmı sizin belki de her gün yolda yürürken, bahçede oynarken veya balkonda otururken gördüğünüz canlılar. Ama şimdiye kadar onların bu özelliklerini hiç düşünmemiş olabilirsiniz.
 Allah insanları yaratırken onlara Kendisi'ni düşünmeleri için birçok özellik verir. Örneğin bu sayfadaki resimlerde bir sivrisinek bir de insan görüyorsunuz. Sivrisinek insandan binlerce kat küçüktür. Ama buna rağmen insan gece yatağında yatarken bu küçücük canlıya karşı savunmasızdır. Ne yaparsa yapsın, sineğin gelip kendisini ısırmasını engelleyemez. İşte Allah, insandan çok daha küçük olmasına rağmen sivrisineklere de önemli bazı özellikler vermiştir. Bu sayede insanların düşünmesini ister. İnsanların, Allah dilemedikten sonra bir sivrisineğe karşı bile hiçbir şey yapamayacaklarını anlamalarını ister. Ki böylece insan Allah'ın karşısında kendisinin hiçbir gücü olmadığını anlasın.
Şimdi siz de kendiniz için bir düşünün. Gece yatıyorsunuz ve kulağınızda sürekli bir vızıltı duyuyorsunuz. Bu bir sivrisineğin vızıltısı. Kendisi resimde gördüğünüz gibi çok çok küçük ama sesi çok güçlü. Çünkü Allah ona böyle bir özellik vermiş.
Peki sivrisineğin neden ısrarla sizi sokmaya çalıştığını biliyor musunuz? Bakın şimdi size sivrisineğin ilginç macerasını anlatacağız.



SİVRİSİNEĞİN OLAĞANÜSTÜ MACERASI
Sivrisinekler, her insanın en yakından tanıdığı canlılardan biridir, çünkü her yaz fazlasıyla evlerimizi ziyaret ederler.
Sivrisineği hiç yakından inceleme fırsatınız oldu mu? Eğer olmadıysa da yandaki resime bakarak beraber inceleyebiliriz. Bu resimdeki sivrisineğin karın kısmı neden kırmızı biliyor musunuz? Çünkü şu anda karnı, üzerine konduğu bir insanın kanı ile dolmuş. Peki sivrisinekler neden kan emerler? Çoğu insan sivrisineklerin kanla beslendiğini zanneder. Oysa sivrisinekler çiçek özleri ile beslenirler. Sadece anne sivrisinek, taşıdığı yumurtalarının ihtiyacı olduğu için kan emer.
Bunu öğrendikten sonra artık sivrisineklere daha farklı bir gözle bakarsınız herhalde. Ama bundan daha çok şaşıracağınız şeyler var sivrisineklerle ilgili. Sivrisinekler bildiğiniz gibi uçan ve karada yaşayan canlılardır. Ancak suyun içinde büyürler ve büyüdükten sonra sudan hiç ıslanmadan çıkabilirler. Böyle müthiş bir şeyi hiç duymuş muydunuz? Duymadıysanız bundan sonra yazacaklarımızı çok iyi okuyun, çünkü çok şaşıracaksınız.

Macera başlıyor…
Küçük sivrisineğin macerası, anne sivrisineğin yumurtalarını gölcüklerin veya nemli yaprakların üzerine bırakmasıyla başlar. Ancak anne sivrisinek yumurtalarını öyle gelişigüzel bırakmaz. Onları çok düzenli bir şekilde yanyana dizer. Ve yumurtalar bir sala benzerler. Anne sivrisinek neden yumurtalarına böyle bir şekil verir biliyor musunuz?
Çünkü yumurtalar suyun üzerine bırakıldıkları için batabilirler. Ama birbirlerine bu şekilde bağlanırlarsa, batma tehlikeleri ortadan kalkmış olur.
Anne sivrisineğin özenle yerleştirdiği beyaz yumurtalar hemen koyulaşmaya başlar. Renkleri koyu olduğu için böcekler ve kuşlar bu yumurtaları fark edemezler. Böylece yumurtalar kuşlar ve böcekler tarafından yenilmekten kurtulur. Peki minicik bir sivrisinek yumurtası kendi rengini değiştirmeyi nereden biliyor?
Elbette ki bunu bu minicik yumurta bilemez. Bu yumurtanın annesi olan sivrisinek de renk değiştirmeyi bilemez. Yumurtaların rengini değiştiren Allah'tır. Allah çok merhametlidir ve yarattığı canlıları koruyandır. Sivrisinek yumurtalarını da korumak için onların renklerini değiştirir.
Durun! Sivrisineğin macerası henüz yeni başladı. Yumurtadaki minikler kısa süre sonra kurtçuklara dönüşürler. Ve bu kurtçuklar yan sayfadaki resimde gördüğünüz gibi suyun içinde baş aşağı asılarak dururlar. Peki sizce bu kurtçuklar başları suyun içindeyken nasıl nefes alırlar? Allah onları nefes alabilmeleri için çok önemli bir organla birlikte yaratmıştır. Bu organ neye benzer biliyor musunuz? Yandaki çocuğun resminde de gördüğünüz gibi dalgıçların nefes almak için kullandıkları alete çok benzer. Bu bir hortumdur ve bir ucu suyun dışına çıkar. Bu hortumun içinden giren hava suyun altındaki küçük sivrisineğin nefes almasını sağlar.
Ancak önemli bir sorun vardır. Bu hortum suyun dışında durur ama en küçük bir dalgada hortumun içine su kaçabilir ve bu da küçük sivrisineğin boğularak ölmesi demektir. Ama böyle olmaz. Bu hortumun ucunda suyun içeri girmesini engelleyen yapışkan bir madde sürülüdür. Sizce bu resimde gördüğünüz kurtçuklar "bizim hortumumuza su kaçmasın, onun için hortumumuzun ucuna bu maddeden sürelim" demiş olabilirler mi? Küçük sivrisineklerin böyle bir aklı ve yeteneği olabilir mi? Tabii ki sivrisinekler böyle şeyleri düşünüp yapamazlar. Onlara nefes alabilmeleri için hortumu ve hortumun içine su kaçmaması için ucuna sürülen o maddeyi de yaratan Allah'tır.
Gördüğünüz gibi sadece sizi değil, çevrenizde gördüğünüz tüm canlıları Allah korumaktadır.
Bitti sanmayın! Macera hala devam ediyor…
Bu arada küçük sivrisinekler birkaç kez deri değiştirirler. Ve en son olarak şu yanda gördüğünüz hali alırlar. Ama hala sivrisineğe hiç benzemiyor değil mi? Sivrisineğin bu haline pupa denir. Pupa denen kılıfın içinde sivrisinek artık tam olarak gelişir ve gerçek bir sivrisinek halini alır. Antenleri, hortumları, ayakları, kanatları ve başının büyük bölümünü kaplayan gözleri ile uçmaya hazırdır. Ancak önce içinde bulunduğu kılıftan çıkabilmesi gerekmektedir.

Ve sivrisinek ilk kez dışarı çıkıyor!
Kılıf ilk olarak baş taraftan yırtılır. Ama sivrisinek daha doğmadan önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır: Ya kılıfın içine su dolarsa, o zaman sivrisinek boğulur. Ancak yırtılan kılıfın üst kısmı sineğin kafasının su ile temasını önleyecek özel bir yapışkan sıvıyla daha kaplanmıştır.
İşte bu an çok önemlidir, çünkü sivrisinek ayaklarının ucuyla suyun üzerinde durmalı ve kanatlarını kesinlikle ıslatmamalıdır. Ufak bir rüzgar bile sivrisineğin suya düşüp ölmesine neden olabilir. Ama sivrisinek bunu büyük bir ustalıkla başarır. Çünkü onu Yaratan Allah ona bu yeteneği de vermiştir.

Sivrisinek gece karanlıkta sizi nasıl görüp sokuyor?
Hiç merak etmiş miydiniz? Gece karanlık ve yatağınızda yatıyorsunuz. Üstünüz de yorganla kapalı. Sadece kolunuzun küçük bir kısmı dışarıda kalmış. Ve sivrisinek gecenin karanlığında gelip açıkta kalan küçücük yerinizi görüp sokuyor. Peki siz karanlıkta hiçbir şey göremezken minicik sivrisinek nasıl görebiliyor?
Sivrisinekler çevrelerindeki varlıkları sıcaklıklarına göre renk renk görebilirler. Bu görme ışığa bağlı olmadığı için gecenin karanlığında da kan damarlarınızı bulabilirler.
Bu çok önemli bir yetenektir. Bu yüzden bilim adamları, sivrisineğin gözünü taklit ederek bir kamera icat ettiler. Bu kamera da ısıya göre görüyor. Hava karanlık olsa bile kamera çevreyi aydınlıkmış gibi görüyor. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlar, küçücük bir sivrisineği taklit ediyorlar. Sivrisinek bir insandan, hem de bir bilim adamından daha çok şey biliyor olabilir mi? Tabi ki olamaz. Ama Allah sivrisineğe olağanüstü özellikler vermiştir. İnsanlar da Allah'ın yarattığı bu olağanüstü özelliklere hayran olurlar ve onları taklit etmeye çalışırlar. Örneğin insanlar uçakları da, kuşları taklit ederek icat etmişlerdir. Bunun gibi insanların doğada görüp taklit ettikleri daha çok şey vardır. Ama biz şimdilik sivrisineğin macerasına devam edelim.

Sivrisinek iş başında !
Sivrisineğin kan emme tekniği insanı hayrete düşürecek kadar detaylıdır.
Sivrisinek önce bir hedef üzerine konar. Örneğin kolunuza... Sonra hortumundaki dudakçıklar ile kendine uygun bir nokta seçer. Sivrisineğin bir şırıngaya benzeyen iğnesi özel bir kılıfla korunmuştur. Kan emme işlemi sırasında iğne bu kılıftan dışarı çıkar. Birçok insan sivrisineğin iğnesini deriye batırdığını ve deriyi öyle deldiğini zanneder. Oysa sivrisinek bunun için başka bir yöntem kullanır. Alt çenesini testere gibi öne ve geriye doğru hareket ettirir ve üst çenesinden de yardım alarak deriyi keser. Açtığı yarıktan iğnesini sokar ve iğne kan damarına ulaşınca kanı emmeye başlar.

Doktor Sivrisinekler!
"Sivrisinekten doktor mu olur" diye sorabilirsiniz. Ama bu sayfada anlatılanları okuyunca "gerçekten de doktorlarmış" diyeceksiniz.
 Bir yeriniz kesilince kanınızın akması bir süre sonra kendiliğinden durur. Çünkü kanın katılaşarak akmayı durdurma özelliği vardır. Allah insanları korumak için kanlarını böyle bir özellikle yaratmıştır. Eğer kan böyle kendi kendine katılaşmasaydı, parmaktaki küçücük bir kesik veya koşarken düştüğünüzde meydana gelen bir yara bile günlerce kanayacağı için, kan kaybından bir insan ölebilirdi.
Bu bizim için önemli bir faydadır. Ancak sivrisinekler bundan pek hoşlanmayabilirler. Neden mi? Çünkü sivrisinek tam kanımızı emmeye başladığında kanımız katılaşacak ve sineğin hortumundan geçemeyecekti. Böylece sivrisinek diye bir hayvan da kalmayacaktı. Çünkü bu durumda hiçbiri yumurtalarını kandaki proteinle besleyemezdi. Ancak Allah yine sivrisinekleri bu işleme uygun bir özellikle yaratmıştır. Nasıl mı? Sivrisinek kan emmeye başlamadan önce, Allah'ın ona verdiği özel bir sıvıyı üzerine konduğu insanın kan damarının içine akıtır. Böylece o bölgedeki kan katılaşmaz ve sivrisinek rahatça kanı emer.
Bu sıvının bir başka özelliği daha vardır. Sivrisinek bütün bu işlemleri yaparken siz hiçbir şey hissetmezsiniz. Çünkü bu sıvı sivrisineğin kestiği yeri uyuşturur. Bu dişçilerin veya ameliyat yapan doktorların kullandıkları bir ilaca benzer. Doktorlar da canınız acımasın diye size bir ilaç verirler ve siz hiçbir acı hissetmezsiniz. İşte sivrisinek de tam bir doktor gibi çalışır. Önce uyuşturur, sonra kanı emer.
Sivrisinek sizi soktuktan sonra, ufak bir kaşıntı ve şişme hissedersiniz. İşte bu kaşıntının ve şişmenin nedeni sivrisineğin verdiği bu sıvıdır.
Bütün bu anlatılanlar size çok uzun bir sürede gerçekleşmiş gibi gelebilir. Ancak bunların hepsini sivrisinek birkaç saniyede gerçekleştirir. Ve siz ancak sivrisinek işini bitirip, bütün malzemelerini toplayıp gittikten sonra, sizi soktuğunu anlarsınız.
Şimdi birlikte düşünelim. Sivrisinek neredeyse kurşun kaleminizin ucu kadar minicik bir hayvandır. Ancak yaptığı işler çok önemli ve karmaşıktır. Bir sivrisinek bütün bunları sizce düşünebilir mi? Bir insanın kanının durmasını engellemek, canı yanmasın diye kestiği yeri uyuşturmak, gece karanlıkta da rahat görebileceği bir göz oluşturmak, yumurtalarını batmasın diye suyun üzerine sal şeklinde bırakmak… Bunların hiçbirini bir sivrisinek düşünemez değil mi?
Allah her canlıyı beslenebilmesi, kendini koruyabilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için en uygun özelliklerle yaratmıştır. Bu, Allah'ın ne kadar şefkatli, merhametli ve koruyucu olduğunu gösterir. Örneğin bir sivrisinek yaşamını devam ettirebiliyorsa bu, Allah onu koruduğu içindir. Allah, hiçbir şeyi unutmaz ve hiçbir konuda yanılmaz. Bu yüzden de sivrisineğin ihtiyacı olan herşey tastamamdır. Hiçbir eksikliği yoktur.


Sinek, Yeryüzündeki En İyi Uçan Canlılardandır
Size şimdiye kadar sivrisineklerin özelliklerini anlattık. Ama aslında etrafınızda gördüğünüz tüm sineklerin ilginç özellikleri vardır.
Sinekler ilk doğdukları andan itibaren son derece iyi uçarlar. Hatta sinekler için en üstün uçma kabiliyetine sahip olan canlılar bile denebilir.
Bir sinek saniyede ortalama 500 ile 1000 kez kanatlarını çırpabilir. Burada bir an durup düşünün. Bahsettiğimiz süre 1 saat veya bir dakika değil, tam olarak bir saniyedir. Yani siz gözünüzü bir an kapatıp açıncaya kadar geçen süre kadardır. İşte sinek siz gözünüzü kapatıp açıncaya kadar en az 500 kere kanatlarını açıp kapatmıştır.
Şimdi de şunu düşünün: Sizden saniyede 500 kere değil sadece 10 kere kolunuzu açıp kapatmanız istense ne yaparsınız? Vücudunuzdaki kaslarla böyle bir şeyi başarabilmeniz kuşkusuz mümkün değildir. Ama sinek vücudundaki olağanüstü kas sistemiyle, sizin ve hatta yetişkin insanların bile başaramayacağı bu işi yapabilir. Üstelik sinekler kanatlarını çırparken hiç zorlanmazlar; kanat kaslarında aşınma da olmaz. Çünkü Allah sinekleri böyle üstün bir sisteme sahip olarak yaratmıştır.
Bir sineği dikkatlice izleyecek olursanız; olduğu yerden hiç zorlanmadan havalandığını görürsünüz; bildiğiniz bütün sinekler bunu zaten yaptıkları için bu sizi şimdiye kadar hiç şaşırtmamış olabilir. Oysa bu çok önemli ve oldukça zor bir harekettir.
Helikopterleri, uçakları iyi bilirsiniz. Peki bunları insanların ne zamandan beri kullanabildiğini biliyor musunuz? Bugün uçabilen araçlar ancak son yüz yılda geliştirilebilmiştir. Yani bundan 100 yıl önce ne bugünküler gibi bir uçak, ne de helikopter ortada yoktu. Mühendisler, teknisyenler uzun uzun araştırmalar yaptılar, yıllarca çalıştılar ve ancak yakın zamanda bu aletleri geliştirebildiler. Ama bakın şu çok önemlidir: Bugün uçabilen hiçbir alet sineklerin oldukları yerden havalanma özelliklerine tam olarak sahip değildir. Bu özellik bazı helikopterlerde belli bir oranda vardır. Ama tüm bu uzun çabalara, özel olarak geliştirilen son derece güçlü motorlara rağmen, sineğinki kadar kusursuz bir uçma yeteneği bu helikopterlerde yoktur.
Şimdi ilk gördüğünüz sineği bir süre inceleyin. Bakın neler göreceksiniz: Öncelikle sineğin düz bir hat izleyerek uçmadığını fark edeceksiniz. Sinek istediği yöne doğru manevralar yaparak uçabilir. Mesela havada zikzaklar çizerek uçabilir, ani dönüşler yapabilir. Zemin ne kadar elverişsiz olursa olsun kolaylıkla iniş yapabilirler, hatta tavan ya da düz duvar gibi bir yere de kolaylıkla konabilir.
Günümüzde tüm bunları başarabilen uçan bir makine henüz yoktur. Gözünüzün önüne bir sineğin havalanışını, bir de helikopterin havalanışını getirmeye çalışın ve hangisinin daha başarılı olduğuna siz karar verin.
Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelmiş olabilir: Sineğe tüm bu hareketleri öğreten kimdir? İşte burada karşımıza çıkan yine üstün güç sahibi Allah'ın apaçık varlığıdır. Sineğe böylesine kusursuz bir uçuş yeteneği veren her şeyin Yaratıcı'sı olan Allah'tır.





BAL ÜRETEN KÜÇÜK DAHİLER
Sabah kahvaltıda yediğiniz balı kimin yaptığını biliyor musunuz?
Büyük ihtimalle "evet" diyeceksiniz. Çünkü hepimiz balı, arıların ürettiklerini biliriz. Ama bu minicik arıların bal üretmek için doğdukları andan ölene kadar ne kadar çok çalıştıklarını, ne kadar fedakar ve ne kadar akıllı olduklarını hiç biliyor muydunuz? Gelin, Allah'ın arıları nasıl yarattığını hep birlikte inceleyelim…
Arı kovanında tek bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve  -hepsi dişi olan- binlerce işçi arı bulunur. (Kovan içindeki arıların sayısı ise 80.000'e kadar varabilmektedir.) Kovandaki tüm faaliyetler işçilerce yapılır. İşçilerin görevlerinden bazıları şunlardır:
Peteklerin inşası, kovanın temizliği ve güvenliği, kraliçenin ve erkek arıların beslenmeleri, arı larvalarının beslenmesi ve bakımı (arı sütü, bal ve polen karışımı), yavruların büyüyeceği odaların inşa edilmesi, bu odaların temizlenmesi, kovan içi ısısı ve neminin ayarlanması, nektar, çiçek tozu, su ve reçinenin toplanması…
Daha önce sivrisineğin yaşam macerasını anlatmıştık. Şimdi de gelin beraber işçi arıların nasıl bir yaşam sürdürdüklerine bakalım.
İşçi arı yaklaşık 4 ile 6 hafta arasında yaşar ve doğduktan sonra 3 hafta boyunca kovanın içinde çalışır. İlk işi gelişmekte olan arılara dadılık etmektir. Depolardan aldığı bal ve çiçek tozları ile yavru arıları besler.

İşçi arı 12 günlük kadar olduğu sırada birdenbire vücudunda balmumu maddesi üretilmeye başlar. Balmumu arılar için çok önemlidir. Çünkü arılar balmumları ile peteklerini inşa ederler. 53. sayfada bir balarısı peteğinin resmini göreceksiniz...
Ne kadar muntazam değil mi? Siz elinizde cetvel olmadan bu kadar muntazam altıgenleri yanyana çizebilir misiniz?
Hatta elinize boş bir kağıt alın. Ve kağıdın bir ucundan siz, diğer bir ucundan da bir arkadaşınız altıgenler çizmeye başlayın. Kağıdın tam ortasında, aralarda hiçbir boşluk bırakmadan, muntazam bir petek oluşturmayı başarabildiniz mi? Başaramadınız değil mi? Bu aslında büyük insanların bile başaramayacağı bir şeydir. Öğretmenleriniz, anneniz, babanız hatta dedeniz bile bunu yapamaz. Çünkü bunun için bazı aletler kullanarak çok zor bir hesap yapmak gerekir. Ama küçücük arı, hem de doğduktan 12 gün sonra böyle mükemmel düzgünlükte bir petek yapabilir. Üstelik hiçbir alet kullanmadan!
Arıların hepsi bir uçtan başlayarak altıgen petekler yaparlar ve sonra ortada buluşurlar. Dikkat ederseniz peteklerin hepsi aynı boydadır. Bir arı insanların bile yapamadığı bir işi nasıl böyle ustalıkla yapabilir? İşte arıya bunu yaptıran Allah'tır. Allah onu bu yetenekle birlikte yaratmıştır.
İşçi arının sorumlulukları bunlarla bitmez. 3 haftalık oluncaya kadar, erişkin arıların getirdikleri balözü ve çiçek tozlarını peteklere depo etmek, kovanın temizliğini sağlamak, ölü arıları ve çöpleri kovan dışına atmak görevleri arasındadır. Arı, 3 haftanın dolmasına yakın son görevi olan nöbetçiliğe başlar ve kovanını düşmanlara karşı savunur.
3 hafta dolduğunda ise arı artık balözü, çiçek tozu ve su toplamaya gidebilecek durumdadır.
İşçi arı 2-3 hafta durup dinlenmeden çalıştıktan sonra bitkinleşir ve ölür.
Kısacık hayatları boyunca arılar hiç durmaksızın çalışırlar. Üstelik onlara kimse ne iş yapmaları gerektiğini öğretmez. Ama onlar daha doğar doğmaz işe koyulurlar. Bir düşünsenize, yeni doğmuş bir bebek yatağından kalksa, önce yatağını toplasa, sonra gidip yıkansa ve sonra bulunduğu evdeki diğer küçük bebeklere bakmaya başlasa. Onları temizlese, yedirse, giydirse. Bu ne kadar imkansız bir şey değil mi? Ama işte arılar bu kadar imkansız bir şeyi gerçekleştirirler. Çünkü Allah onları doğdukları andan itibaren bunları yapabilecekleri şekilde yaratmıştır.

Dans Eden Balarıları
Size hiç arıların bir dansı olduğunu söyleyen olmuş muydu? Bazı arılar kovanın dışına çıkarak kendilerine bir besin kaynağı ararlar. Gün boyunca dolaştıktan sonra kendilerine bir besin kaynağı bulur ve alabildikleri kadar balözü toplayıp, kovanlarına geri dönerler. Buldukları yerde daha bir sürü balözü vardır ama arkadaşlarının yardımı olmadan bunların hepsini toplayamazlar. Keşif yapan arı besin kaynağının yerini aklında tutar ve hemen kovana dönerek arkadaşlarını çevresinde toplar. Ve bal peteğinin üzerinde 8 sayısının şekline benzeyen hareketler yapmaya başlar. Dönüşlerinin ve karnını titretmesinin sayıları besin kaynağının kovandan ne kadar uzakta olduğunu belirten işaretlerdir. Dansın sonunda kovandaki arkadaşları yol tarifini anlamışlardır ve hemen yeni besin alacakları çiçeklere doğru yola koyulurlar.
Sizce minicik arılar dans ederek birbirlerine yol tarif etmeyi nereden öğrenmişlerdir? Onlara böyle bir bilgiyi veren elbette ki onları yaratan ve koruyan Allah'tır.

Arıların bizim için de bal    ürettiklerini biliyor muydunuz?
Arılar kendi ihtiyaçlarının çok üstünde bal üretebilirler. Bildiğiniz gibi arılar balı karınlarında üretirler. Küçücük bedenlerinden hem kendilerine hem de insanlara yetecek kadar bal çıkar. Peki neden arılar bu kadar fedakardırlar? Neden sadece kendileri için bal üretmezler de bizi de düşünürler? Bal insanlar için çok faydalı bir besindir. Bunun için de Allah hem arıları bal üretebilecek şekilde yaratmış, hem de onlara fazla bal üretmelerini emretmiştir. Allah, Kuran'daki bir ayetinde arılar ve bal için şöyle der:
Rabbin balarısına vahyetti: "Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver". Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)









İLGİNÇ CANLILAR

Buraya kadar size hep etrafınızda görmeye alıştığınız canlılardan bahsettik. Bir de kendilerini pek göremediğiniz ama televizyonda veya kitaplarda karşılaştığınız canlılar vardır. Bunların da çok şaşırtıcı özellikleri vardır. Bakın size bunlardan birkaçını anlatacağız. Hepsini çok iyi okuyun çünkü bunları okuyunca hem şaşıracaksınız, hem de Allah ne kadar güzel yaratmış diyeceksiniz.


          PENGUENLER BUZ GİBİ KUTUPTA       NASIL YAŞARLAR?

Penguenler, dünyanın kutup bölgelerinde yaşarlar. Burası dünyanın en üst kısmı, yani tepesidir. Kutup bölgesinin en önemli özelliği çok çok soğuk olması ve hep kar ve buzlarla kaplı olmasıdır. Hava o kadar soğuktur ki denizlerin üzerinde dağ gibi buzlar oluşur. Siz karda oynamaya çıktığınızda veya kışın ne kadar çok üşüdüğünüzü bir düşünün. Üstelik üzerinizde kazağınız, paltonuz, şapkanız, eldiveniniz ve kaşkolunuz olduğu halde. Ama siz kartopu oynadığınızda hava en fazla eksi 10 dereceye düşmüştür. Penguenler ise sıcaklığın eksi 40 dereceye kadar düştüğü bir yerde yaşarlar.
Üstelik penguenlerin ne paltoları var, ne kazakları, ne de eldivenleri... Hem de bizim yaşadığımız soğuktan çok daha soğuk bir yerde yaşıyorlar. Ayaklarında ayakkabıları bile olmadan buzun üstünde yürüyorlar ve hiç hastalanmıyorlar. Üstelik yuvaları da yok. Buzun üstünde uyuyorlar. Siz birkaç dakika bile buzun üstünde yatsanız çok ciddi şekilde hastalanırsınız. Ama penguenlere hiçbir şey olmuyor. Neden mi?
Çünkü Allah onları tam buz gibi bir yerde yaşayabilecekleri gibi yaratmıştır. Penguenlerin vücutları, sahip oldukları özellikleri bizimkilerden çok farklıdır. Böylece hiç zorluk çekmeden yaşayabilirler.
Allah, penguenlerin üşümemesi için onların vücutlarını çok kalın bir yağ tabakası ile kaplamıştır. Yağ tabakası soğuğu hissetmelerini engeller, onlar için kürk vazifesi görür. Ama bizim vücudumuzu kaplayan yağ tabakası çok incedir ve bu yüzden biz çabuk üşürüz. Bu yüzden de soğuk havalarda kalın kıyafetler giymemiz gerekir.
Penguenler yumurtalarını ve yavrularını korumak için büyük fedakarlıklar gösterirler. Penguenler en soğuk mevsimde kuluçkaya yatarlar. Ve diğer canlılardan farklı olarak kuluçkaya dişi penguen değil, erkek penguen yatar. Dişi penguen bir tek yumurta yumurtlar ve sonra yumurtayı baba penguene bırakır. Kendisi de eşine ve yavrusuna yiyecek bulmak üzere uzaklara gider. Çünkü her taraf kar ve buz altındadır ve besin bulmak için çok uzaklara gitmesi gerekir.
Erkek penguen tam dört ay boyunca kuluçkaya yatar. Penguen yumurtayı ayaklarının arasında taşır ve dört ay boyunca bir kez bile yumurtasını yere bırakmaz. Çünkü yumurta yere değerse birkaç dakika içinde donar ve ölür.

Erkek penguen o kadar sabırlıdır ki, dört ay boyunca ayaklarının arasındaki yumurta ile dolaşır. Bu yüzden avlanmaya gidemez ve aç kalır. Üstelik hava da çok soğuktur. Havanın soğukluğu iyice arttığında bütün erkek penguenler ayaklarının arasında yumurtaları olduğu halde biraraya gelirler. Bir daire oluşturarak birbirlerine iyice sokulurlar ve böylece birbirlerini ısıtırlar. Dairenin dışında kalanların ısınabilmeleri için de sürekli yer değiştirirler. Tam yumurtanın içinden yavru penguenler çıkmak üzereyken anne penguenler de avlanmaktan dönerler. Kursaklarında getirdikleri yiyecekleri ile yavrularını beslerler. Yavru penguenin donmaması için annesi veya babası onu ayaklarının arasında taşırlar ve karınlarındaki tüylerle onları ısıtırlar. Gördüğünüz gibi Allah bu sevimli hayvanlara çok güzel özellikler vermiştir. Allah hem onlara soğuktan korunacakları bir vücut vermiştir, hem de onları çok fedakar yaratmıştır. Fedakar oldukları için de yavrularına büyük bir özenle bakarlar. Hem de bu, milyonlarca yıldır yaşayan bütün penguenlere verilmiş bir özelliktir. Daha önce yaşamış olan ve şu an halen yaşayan tüm penguenler hiçbir değişmeye uğramadan hep bu fedakar tavırları göstermişlerdir.

SIRTLARINDA BİR SU DEPOSU TAŞIYAN DEVELER
Biraz önce dünyanın en soğuk bölgesinde yaşayan penguenlerden söz ettik ve Allah'ın penguenleri en soğuk koşullara dayanıklı olarak yarattığını söyledik. Develer de dünyanın en sıcak koşullarına dayanıklı olarak yaratılmış çok ilginç hayvanlardır. Develer genellikle çöllerde ulaşım için kullanılırlar.              Çöller, çok büyük kumdan alanlardır ve sıcaklık 50 dereceye kadar çıkabilir. Siz genellikle yaklaşık 30 derecelik sıcaklıkları bilebilirsiniz. 30 derecede bile biraz dışarıda oynasanız, hemen susar ve yorulursunuz.
Ancak develer 50 derece sıcaklıkta kilometrelerce yol gidebilirler. Hatta günlerce su içmeden kalabilirler. Çünkü Allah onların vücutlarını da bizimkinden çok farklı yaratmıştır. Develer içtikleri suyu vücutlarında uzun süre tutarlar ve hep bu içlerinde taşıdıkları sudan faydalanırlar.
Bir de çölde beslenme sorunu vardır. Çünkü çöl kurak bir yerdir ve hiç bitki yetişmez.
Sadece kaktüs veya dikenli bitkiler yetişebilir. Devenin ağzı ve dudak yapısı o kadar serttir ki, ısırdığında bir ayakkabı köselesini bile delebilir. Bu nedenle diken gibi yiyeceklerle rahatlıkla beslenebilir ve böylece çölde aç kalmaktan kurtulur.
Ayrıca develerin derisini kaplayan sık tüyler onların kavurucu sıcaktan korunmalarını sağlar. Şimdi de develerin ayaklarına bir bakın. Çok geniş değil mi? Allah develerin ayaklarını böyle geniş yaratmıştır, çünkü develer hep çöl kumlarında yürürler. Geniş ayakları sayesinde ise ayakları kızgın kuma gömülmez. Ayrıca Allah develerin ayaklarının altındaki deriyi de çok kalın yaratmıştır. Böylece develerin ayaklarının altı hiç yanmaz.
Çöllerde çok sık kum fırtınaları olur. Kumsaldayken hiç şiddetli bir rüzgar çıktığına şahit olmuş muydunuz? Kum kaçmaması için gözlerinizi kesinlikle açamazsınız. Bu rüzgar biraz daha şiddetlense, önünüzü bile göremezsiniz. Ancak develerin gözünde iki kat kirpik bulunur. Bu kirpikler kapan gibi içiçe geçerler ve şiddetli kum fırtınalarında devenin gözlerini korumaya alırlar.
Allah her canlıyı yaşadığı ortama en uygun özelliklerle yaratmıştır. Örneğin çölde hiç penguen yoktur. Çünkü penguenin özellikleri çöl şartlarına uygun değildir ve penguen kısa sürede ölür. Aynı şekilde develer de kutupta yaşayamazlar. Allah her şeyi olması gereken yerde yaratmıştır. Allah çok güçlüdür ve Allah'ın sonsuz bilgisi vardır. Bu yüzden Allah her şeyi eksiksiz yaratır.
Allah Kuran'da deveyi yarattığını şöyle bildirir:
"Bakmıyorlar mı o deveye nasıl yaratıldı?" (Gaşiye Suresi, 17)

SARI SALKIM KUŞU
 Bu kuş gördüğünüz gibi kurşun kaleminizin üzerinde durabilecek kadar küçüktür. Ancak sarı salkım kuşları bu küçücük halleriyle çok uzun bir yol giderler ve yolculukları boyunca tam iki buçuk milyon kere kanat çırparlar. Siz kolunuzu en fazla kaç kez indirip kaldırabilirsiniz? Elli kere indirip kaldırdığınızda, ertesi gün kollarınız ağrır. Ama bu küçücük kuş iki buçuk milyon kez kanat çırpar ve ona hiçbir şey olmaz. Çünkü Allah bu kuşları böyle zor bir işi yapmaya uygun olarak yaratmıştır.

SAVUNMACI YENGEÇ:HERMİT
Denizlerde birçok ilginç canlı yaşar. Bu canlılar çoğu zaman kendilerini savunmak için pek çok alışılmadık yöntemlere başvururlar. Örneğin hermit yengeçleri, ahtapotlardan ve diğer düşmanlarından korunabilmek için canlı silahlar kullanırlar. Okyanusun derinliklerinde yaşayan bir bitki türü vardır. Hermitler bu bitkileri alır ve kabuklarının üstüne koyarlar. Bunun nedeni bu bitkilerin, can acıtan dikenlere sahip olmasıdır. Bu şekilde hermitler kendilerini yemek isteyen düşmanlarından korunmuş olurlar.
Unutmayın ki hermit yengeçleri böyle zekice bir planı kendileri düşünmüş olamazlar. Onlara kendilerini korumayı Allah öğretmiştir.

YÜZEN KUŞ BOOBY
Yüksekten dalan deniz kuşu türlerinden biri olan booby'lerin geniş, perdeli ayakları vardır. Bu ayakları denizin yüzeyinde veya altında yüzmek için özellikle onlara Allah tarafından verilmiştir. Booby'ler aynı zamanda da dalış yaparlar. Gagalarıyla balık yakalamak için denize dalarlar ve çoğunlukla belli bir süre ortaya çıkmadan denizin altında kalarak uzun bir mesafe yüzerler. 

BALIKLAR UÇAR MI?
Uçan balıklar, kuşlar gibi kanatlarla uçmazlar, sadece kanada benzer yüzgeçleri üzerinde kayarlar. Saatte en az 56 kilometre hız kazanırlar. Bu küçük balıklar, yüzgeçlerini yayarak ve kuyruklarını sudan kaldırarak suda daha da hızlı hareket edebilirler. Bu şekilde kaskatı şekilde kayarlar.

ŞEMSİYE KUŞU
Şemsiye kuşu, balık tutarken oldukça büyük bir başarı sergiler. Bir şemsiye gibi kanatlarını başının üzerinde açarak ayağa kalkar. Bu bir gölge oluşturur ve sudaki yansımayı engeller. Şimdi balık avlamak isteyen bu kuş, su yüzeyinin altında yüzen avını açık bir şekilde görebilmektedir. Kuşun kanatları su yüzeyinde dairesel bir gölge oluşturur. O da daima bu dairenin içindeki balıkları avlar. 

DEVEKUŞU
Devekuşu çok hızlı koşabilen bir hayvandır ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 km hıza ulaşabilmektedir. Devekuşunun her bir ayağında yalnızca iki parmak vardır ve bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Bir devekuşunun özelliği her ayağındaki yalnızca büyük parmağın üzerinde koşmasıdır.

KUTUP AYISI
Kutup ayısı geniş, düz ve tüylü pençeleri ve kaygan olmayan ayak tabanları ile buz üzerinde çok süratli koşabilir. Kutupların soğuk ikliminde kalın bir kürke sahip olan kutup ayılarının çok önemli bir koruyucuları vardır. Derilerinin altındaki 10 cm’lik yağ tabakası soğuğun onları etkilememesini sağlar. Böylece buzlu sularda saatte 10-11 km hızla, 2000 km uzağa kadar yüzerek gidebilirler. Allah, penguenler gibi kutup ayılarını da çok soğuk yerlerde yaşayabilecekleri gibi yaratmıştır. Ve onları dünyanın en soğuk yeri olan kutuplara yerleştirmiştir.
Ayrıca beyaz kutup ayılarına çok güçlü bir koku alma yeteneği vermiştir. Bu hayvanların koku alma duyuları öylesine keskindir ki, 1.5 m kalınlığındaki kar tabakasının altında saklanan bir fok balığının kokusunu bile rahatça algılayabilirler.
Üstelik gözlerinde zara benzeyen bir gözkapağı daha vardır. Bu kapak onlar için bir nevi "güneş gözlüğü" görevi görür ve onları kar körlüğüne karşı korur.

HIZLI KOŞUCU ÇİTA
Çitalar dünyanın en hızlı koşan kara hayvanı olarak bilinirler. Kısa mesafeleri büyük bir hızla aşabilirler. Çitalar saniyeler süren bir zaman içinde hızlarını 72 kilometreye kadar çıkarabilirler. Bazı çıtalar 600 metreden daha uzunca bir mesafeyi saatte 113 kilometre gibi inanılmaz bir hızla aşabilmektedirler.
CEYLANLARIN İLGİNÇ YÖNTEMİ
Bazı canlılar kendi yaşam bölgelerini belirlemek için koku bırakma yöntemini kullanırlar. Örneğin ceylanlar kendi bölgelerini belirlemek için uzun, ince dallara ve otlara, hemen gözlerinin altındaki bezlerden salgılanan ve katran gibi kokan bir maddeyi bırakırlar. Bu koku diğer ceylanların bölgenin bir sahibi olduğundan haberdar olmalarını sağlar. Ren geyiklerinin ise arka ayaklarının ucunda koku bezleri vardır. Bu, bezlerden salgılanan koku bölgelerini işaretlemelerine yardımcı olur. Tavşanlar da çenelerindeki bezler ile bir koku bırakarak bölgelerini işaretlerler.  

VANTUZ AYAKLI GECKO
Gecko, sıcak iklimli bölgelerde yaşayan bir tür kertenkeledir. En önemli özelliği dümdüz zeminlerde bile rahatlıkla yürüyebilmesidir. Geckolar, ayak parmaklarının emme özelliği sayesinde cam üzerine bile kolayca tırmanabilirler. Ayrıca her parmaklarında gizli bir tırnakları vardır. Üzeri pürüzlü yerlere geldikleri zaman kedi gibi bu tırnaklarını çıkartır ve yürüyüşlerine devam ederler. 

SUDA KOŞAN BASİLİSK
Suyun üzerinde son hız koşan bir kertenkele görseniz ne düşünürsünüz? "Herhalde rüya görüyorum" diyebilirsiniz. Ama bu bir rüya değil gerçek! Basilisk adı verilen bir kertenkele türü, aynı resimde gördüğünüz gibi suyun üzerinde hem de çok hızlı koşabilir. Basilisk'in arka ayak parmaklarının kenarlarında suya çarpmayı sağlayan kapaklar vardır. Bunlar hayvan karada yürürken kıvrılır. Eğer hayvan bir tehlike ile karşılaşırsa, hemen suya girer ve hızla koşar. Bu sırada arka ayaklarındaki kapaklar açılır ve böylece suyun üzerinde koşabileceği gibi bir genişlik oluşur.

ÖRDEKLER
Ördekler uçarken saatte 50 kilometrenin üzerine çıkabilirler. Ayrıca yırtıcı hayvanlara yem olmamak için de uçarlarken sürekli yönlerini değiştirler. Suya dalmaları gerektiğinde bunu o kadar hızlı bir şekilde yaparlar ki avcılar için çok zor bir hedef olurlar.

UZUN HORTUMLU FİLLER
Fillerin hortumu 50.000 (elli bin) kasla çevrilidir. Gerektiğinde hortum kasılır ve tonlarca ağırlıktaki cisimleri bile kolaylıkla iter. Bu hortum aynı zamanda küçük bezelye tohumlarını kopararak ağzında patlatma gibi çok fazla incelik ve hassasiyet gerektiren bir işlemi yapabilme kabiliyetine de sahiptir. Birçok yönden işe yarayan hortum aynı zamanda uzun bir parmak, borazan veya hoparlör olarak da kullanılır. Bu hortum, içmek veya vücudunun üstüne püskürtmek için 4 litre suyu tutabilme kabiliyetine de sahiptir.
Buraya kadar anlattığımız canlıların özelliklerini belki de ilk defa duymuşsunuzdur. Bunların hepsinin çok ilgi çekici özellikleri var değil mi? Ama bunlar sadece birkaç örnek. Dünyada yaşayan ve sizin belki de hiç görmediğiniz, hiç duymadığınız bunlar gibi binlerce hayvan var. Peki bu hayvanlar tesadüfen böyle şaşırtıcı özellikler kazanmış olabilirler mi? Elbette olamazlar. Bunların hepsini sahip oldukları yeteneklerle, özelliklerle yaratan Allah'tır.




KARA TOPRAKTAN RENGARENK BİTKİLER NASIL ÇIKAR?

Anneniz her gün yemeği hazırlar ve sizi sofraya çağırır. Sofra da çeşit çeşit meyveler, sebzeler olur. Peki hiç düşündünüz mü; bunlar nereden gelir?
Bütün bitkiler, çiçekler, meyveler, sebzeler kapkara bir toprakta yetişirler. Kapkara ve hiç de güzel bir kokusu olmayan topraktan kıpkırmızı ve mis gibi kokan bir gül veya çilek, ya da içi su dolu, sapsarı ve kokulu limon nasıl çıkar?
Üstelik her bir bitkinin, meyvenin, çiçeğin rengi, kokusu ve tadı apayrıdır. Örneğin kayısı, şeftali, karpuz, portakal, kiraz, çilek, muz, üzüm, incir ve daha birçokları tamamen farklı tatlara, kokulara ve şekillere sahiptirler. Allah hepsini bizim için yaratmıştır. Hepsinin hem tatları çok lezzetlidir, hem de içlerinde bizim için çok faydalı vitaminler ve mineraller bulunur. Kışın ve yazın hep ayrı meyveler çıkar ve hepsi ihtiyacımızı karşılar. Örneğin kışın çıkan portakal, mandalina, greyfurt gibi meyvelerde çok fazla C vitamini vardır. C vitamini ise kışın soğuğa karşı vücudumuzun gücünün artmasına neden olur. Yazın ise kiraz, karpuz, kavun ve şeftali gibi bol sulu meyveler çıkar. Yazın havalar çok sıcak olduğu için vücudumuz çok fazla su kaybeder ve yediğimiz meyveler sayesinde bu suyun bir kısmını geri alırız.
İşte bunların hiçbiri tesadüfen olmamıştır. Yani karpuz tesadüfen bir gün karar verip yazın çıkmaya başlamamıştır. Veya hepsinin tadı ve kokusu tesadüfen güzel olmamıştır. Hiçbir meyve kendi kokusunu kendisi belirleyemez. Örneğin bir portakal, "benim kokum şu olsun", "turuncu rengim olsun", "tatlı olayım", "tanelerime bir kılıf geçireyim ve dilim dilim olayım ki insanlar beni rahat yesinler" diye bir karar almış olabilir mi?
Tabii ki olamaz!

TEKRAR DÜŞÜNELİM!
Allah insanlara kolaylık olması, onların güçlü kalmaları, yediklerinden de zevk almaları için meyveleri bu özellikleriyle yaratır. Bu nedenle hoşumuza giden bir şey yediğimizde bunu bizim için yaratanın ve bunu bize verenin Allah olduğunu hiç unutmamalıyız. Ve Allah'a bize verdiği ve gösterdiği güzellikler için şükretmeliyiz. 
Buraya kadar dünyadan, vücudumuzdan, dünyada yaşayan canlılardan söz ettik. Ve "bütün bunlar nasıl meydana gelmiş olabilirler" diye sorduk. Düşünsenize, dünya yeni yaratılmış ve üzerinde hiçbir canlı yok. Ve sonra birdenbire üzerinde canlılar oluşmaya başlıyor. Denizlerde balıklar, yosunlar oluşuyor, karada insanlar, aslanlar, kediler, karıncalar oluşmaya başlıyor. Havada bir anda bir kuş uçmaya başlıyor. Bütün bu canlılar nasıl birdenbire ortaya çıkmış olabilirler? Tabi ki hepsini Allah yaratmıştır.
Çevremizde gördüğümüz herşeyi yaratan Allah'tır.
Allah, önce evreni, sonra dünyamızı yaratmıştır. Daha sonra da hayvanları, bitkileri ve insanları. Bütün bunları yaratmak Allah için çok kolaydır çünkü Allah çok güçlüdür. Allah istediği herşeyi hemen yapabilir.
Size daha önce de söz ettiğimiz gibi bazı insanlar bu kadar açık olan bir gerçeği kabul etmek istemezler. "Evrimci" denen bu insanlar "herşey kendi kendine oluştu" derler. Bu çok saçma bir sözdür. Çünkü hiçbir şey kendi kendine oluşamaz. Siz eve geldiğinizde yeni fırından çıkmış bir kek gördüğünüzde ne düşünürsünüz? "Annem kek yapmış" dersiniz değil mi? Demek ki ortada bir şey varsa, onu yapan biri de var demektir. 
Bu evrimcilerin söyledikleri yalan neye benzer biliyor musunuz?  Bu, "mutfaktaki keki kimse yapmadı. Kek tesadüfen kendi kendine pişti" demeye benzer. Bunu duyunca ne cevap verirsiniz? "Olur mu öyle saçma şey, hiç kek kendi kendine pişebilir mi? Mutlaka birinin pişirmiş olması lazım." Ancak karşınızdaki kişi ısrar edip size şöyle bir cevap verebilir: "Mutfak dolaplarının vidaları gevşedi ve dolaplar sallanmaya başladı. Bu sallanma sırasında dolaplardaki un, yağ, şeker ve kakao yere dökülüp birbirlerine karıştılar. Hem de hepsi olması gerektiği miktarda karıştı. Yani şekeri, kakaosu bir kek için gerekli ayarda... Sonra bu karışım dolaptan aşağıya düşmeye başladı. Ama ne tesadüftür ki, tam düştükleri yerde kek kabı duruyordu ve bu karışım kabın tam içerisine döküldü! O sırada deprem oldu, ve kek kabı nasıl olduysa fırının içine kendi kendine bir tesadüf soucunda girdi. Ama bu kadar tesadüf de kekin pişmesi için yeterli değil. Öyle bir tesadüf daha olmalı ki, fırının ayarı tam keke uygun derecede açılmalıydı. Ve o sırada öyle bir tesadüf daha oldu ki fırının düğmesi açıldı. Tam kek piştiği anda da düğme kendiliğinden kapandı ve kek yanmadan fırın kapanmış oldu."
Sizce böyle bir masala kimse inanır mı? Elbette ki hiç kimse inanmaz.
Öyle ise bir düşünün; güneşi, yıldızları, denizleri, gölleri, dağları, balıkları, kedileri, tavşanları ve insanı oluşturmak bir kek yapmaktan çok daha zor ve karışık bir iştir. Bir kek bile kendi kendine tesadüfen oluşamaz. Öyle ise güneşin veya insanın kendi kendine tesadüfen oluştuğunu söylemek çok büyük bir akılsızlıktır. Keki yapan biri varsa güneşi ve insanı da yaratan akıl sahibi bir varlık vardır. İşte bu varlık bizim Rabbimiz olan Allah'tır.
Şimdi kitabın ikinci bölümünde Allah'ın varlığını kabul etmeyen, "herşey kendi kendine oluştu" diyen evrimcilerden söz edeceğiz. Bu insanlar hep yalan söyleyerek insanları yanıltmaya çalışırlar.
Ancak bir insan yalan söylediğinde yalanı hemen ortaya çıkar. Eğer karşısındaki akıllı biriyse onun yalan söylediğini hemen anlar. Bu yalan söyleyen evrimciler de bir sürü açık veriyorlar. Şimdi onların söylediklerinin ne kadar saçma olduğunu, yalan söylediklerinin nasıl anlaşıldığını hep birlikte görelim…






EVRİM TEORİSİ NEDİR?

Allah'ın varlığına inanmayan insanların inandıkları bir fikir vardır. Bu fikre "evrim teorisi" denir. Evrim teorisine inanan kişilere de "evrimci" denir.
Evrim Teorisini uyduran kişi ise günümüzden yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan Charles Darwin (Çarls Darvin)'dir. Darwin, canlıları Allah'ın yarattığına inanmıyordu. Ona göre her şey tesadüfen ve kendi kendine meydana gelmişti.Tüm canlıların ise değişerek birbirlerine dönüştüklerini ve böyle meydana geldiklerini zannediyordu. Yani Darwin'e göre balıklar bir gün tesadüfen bir sürüngene dönüşmüşlerdi. Bir gün bir tesadüf daha olmuş ve bir sürüngen uçmaya başlamış böylece kuşlar oluşmuştu. Darwin'in uydurduğu yalana göre insanlar ise maymunlardan oluşmuştu. Yani ona göre sizin atanız bir maymundu. Gelin, Darwin'in ortaya attığı yalanın ne kadar saçma olduğunu daha iyi anlamak için arkadaki resimleri inceleyelim.
Daha önce size anlattığımız gibi, canlı ve cansız maddeleri oluşturan en küçük parça atomlardır. Yani siz aslında milyonlarca atomun bir araya gelmesinden oluşuyorsunuz.
 Dünya ilk meydana geldiğinde yeryüzünde tek bir canlı varlık bile yoktu. Sadece bazı cansız maddeler bulunmaktaydı. Evrimciler, yani Darwin'e inananlar bir gün bu atomlardan bazılarının tesadüfen karar alıp bir araya geldiğini söylüyorlar. Yani dünya oluştuktan sonra bir gün şiddetli bir rüzgar veya bir kasırga çıktı ve bu atomlar yanyana gelip birleştiler. Sonra bu birleşen atomlara ne mi oldu?
Darwin'in yalanına göre bu atomlar birleşerek hücreleri oluşturdular. Biliyorsunuz ki her canlı hücrelerden oluşur. Hücreler bir araya gelerek bizim gözlerimizi, kulaklarımızı, kanımızı, kalbimizi kısacası bütün vücudumuzu oluştururlar. Ve hücreler çok karmaşıklardır. Bu kadar karmaşık bir şeyin atomların tesadüfen yanyana gelmeleriyle oluşması ise imkansızdır.
Bir hücrenin içinde yüzlerce farklı küçük organ vardır. Hücreyi çok büyük bir fabrikaya benzetebiliriz. Yan sayfadaki resme de dikkat ederseniz hücre bir fabrika gibi gösterilmiştir. Malzeme üretenler, üretilen malzemeleri taşıyan araçlar, giriş ve çıkış kapıları, üretim merkezleri, mesaj getirip götürenler, enerji merkezleri… Peki bir fabrikanın taşların, toprağın, suyun tesadüfler sonucunda, örneğin çıkan bir fırtınadan sonra, kendi kendine meydana gelmesi mümkün müdür? Tabi ki hayır. Herkes böyle bir şeye güler. Bu çok komik bir iddia olur. Ama işte evrimciler "hücre tesadüfen oluştu" diyerek en az bu kadar saçma bir şey söylemiş olurlar.
Evrimcilerin iddia ettiğine göre bu hücreler tesadüfen bir araya gelerek canlıları oluşturmuşlardır.




 ÖYLE İSE EVRİMCİLERE BİR DARWIN DENEYİ YAPTIRALIM!
Evrimciler büyük bir varil alsınlar. Bu varilin içine istedikleri bütün atomları koysunlar. Bundan başka varilin içine ne koymak istiyorlarsa eklesinler. Bir canlının oluşması için gereken bütün malzemeleri doldursunlar. Sonra da bu varili isterlerse ısıtsınlar, isterlerse elektrik versinler. Ne istiyorlarsa yapmaları serbest olsun. Milyarlarca yıl da varilin başında nöbet tutsunlar. (Ömürleri yetmeyeceği için daha genç evrimcilere nöbeti devredebilirler).
Bunun sonucunda ne olur?
Sizce bu varilin içinden kuzular, menekşeler, kirazlar, tavşanlar, arılar, karpuzlar, kediler, köpekler, sincaplar, güller, erikler, çilekler, balıklar, filler, zürafalar, aslanlar çıkar mı? Bu varilin içinden sizin gibi düşünen, sevinen, heyecanlanan, müzik duyunca hoşuna giden, kitap okuyabilen bir insan çıkabilir mi?
Elbette çıkamaz. O varilin içinden varilin başında bekleyen evrimci profesörlerden tek biri bile çıkamaz. Hatta değil bir profesör, o profesörün trilyonlarca hücresinden tek bir tanesi bile çıkamaz.
Atomlar cansızdır. Cansız maddeler birleşip canlı, gülen, sevinen, düşünen bir varlık oluşturabilirler mi?
Böyle bir şeye akıllı bir insan inanabilir mi? Elbette ki o varilin içinden canlı hiçbir varlık çıkmaz. Bu imkansızdır. Çünkü canlılar cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluşamaz. CANLILARI ALLAH YARATMIŞTIR. Ortada hiçbir şey yokken, Allah insanı, dağları, gölleri, kuzuları, aslanları, çiçekleri yaratmak istemiştir. Ve "Ol" diye emir vererek hepsini yoktan var etmiştir.


EVRİMCİLERE GÖRE CANLILAR NASIL EVRİMLEŞİRLER?

Evrim teorisinin iddiasına göre, bir canlı zamanla evrimleşir, yani gelişip farklı özellikler göstererek başka bir canlıya dönüşür. Örneğin evrimcilerin inancına göre bir sürüngen bazı olayların etkisiyle evrimleşerek bir kuşa dönüşür. Peki sürüngeni etkilediğini iddia ettikleri bu olaylar nelerdir?
Evrimciler "mutasyon" ve "doğal seleksiyon" adını verdikleri iki ayrı olayın bir arada meydana gelmesiyle evrimin gerçekleştiğine inanırlar. Ancak bu çok mantıksız bir inançtır ve bilimsel hiçbir delili yoktur. Neden mi? Birlikte inceleyelim.



Doğal Seleksiyon nedir?
Doğal seleksiyonun en basit anlamı şudur: canlılar arasında güçlü olanlar yaşamlarını devam ettirebilirler, güçsüzler ise hemen yok olurlar. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki bir geyik sürüsü var ve bu geyik sürüsüne sık sık vahşi hayvanlar saldırıyorlar. Bu durumda geyikler hızla kaçacaklardır ve en hızlı koşan, en çevik geyikler kurtulacaklardır. Zaman içerisinde zayıf ve çelimsiz geyikler hep vahşi hayvanlar tarafından avlandıkları için tamamen ortadan kaybolacaklardır. Ortada sadece sağlıklı ve güçlü geyikler kalacaktır. Sonuç olarak geyik sürüsü bir süre sonra hep güçlü geyiklerden oluşacaktır.
Buraya kadar anlatılanlar doğrudur. Fakat bunun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak evrimciler derler ki, bu geyik sürüsü gelişe gelişe sonunda başka bir canlıya dönüşür; mesela zürafa olur. İŞTE BU YANLIŞTIR. Çünkü hiçbir geyik daha hızlı koştuğu için başka bir canlıya örneğin bir aslana veya bir zürafaya dönüşmez. Bu sadece masallarda olur.
Hepiniz kurbağa prens masalını bilirsiniz. Bir masalda bir kurbağa prense dönüşebilir. Ama gerçek yaşamda bir geyiğin aslana veya başka bir canlıya dönüşmesi tabi ki imkansızdır. Ama evrimciler, koskoca sakallı profesörler olmalarına rağmen böyle bir masala inanırlar. Bu neye benzer biliyor musunuz? Kurbağa prens masalını dinleyen bir çocuğun ilk bulduğu kurbağayı öpüp prens olmasını beklemesine benzer.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Doğal seleksiyon bir hayvan türünü (örneğin geyikleri) başka bir hayvan türüne (örneğin aslanlara, zürafalara) kesinlikle dönüştüremez. Sadece o türün örneğin geyik sürüsünün daha güçlü olmasına neden olabilir.



MUTASYON NE DEMEKTİR?
Mutasyon bir canlının vücudunda meydana gelen olumsuz yöndeki değişikliklerdir. Mutasyonlara radyasyon veya kimyasal maddeler neden olur. Radyasyonun veya kimyasal maddelerin canlılar üzerindeki etkileri her zaman zararlıdır. Örneğin günümüzden yaklaşık 55 yıl önce 1. Dünya Savaşı’nda Japonya'nın Hiroşima kentine atom bombası atılmıştı. Atom bombası atıldığı yerin çevresine radyasyon yaydı ve bu, insanlara çok büyük zararlar verdi. İnsanların birçoğunun ölmesine veya ciddi şekilde hastalanmalarına neden oldu. Hatta insanların vücutlarındaki bazı sistemleri bile bozduğu için bu insanların ileride doğan çocukları da hasta veya sakat doğdular.
Buna benzer bir olay da 1986 yılında Rusya'nın Çernobil kentinde meydana gelmişti. Çernobil'de bir nükleer santralda patlama meydana gelmiş ve bu yüzden tüm kente ve çevresine radyasyon yayılmıştı. Aynı Japonya'da olduğu gibi orada yaşayan insanlar ve onların sonradan doğan çocukları, radyasyonun sebep olduğu mutasyonlar nedeniyle sakat kalmışlar veya ölmüşlerdi. Görmüş olduğunuz resimler hep radyasyon nedeniyle mutasyona uğramış insanların ve diğer canlıların nasıl sakat kaldıklarını göstermektedir.
Şimdi bunun konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Size daha önce evrimcilerin canlının başka bir canlı türüne dönüştüğünü ve böylece evrimleştiğini iddia ettiklerini söylemiştik. Örneğin balıkların sürüngenlere dönüştüklerini söylerler.
Peki bir balık nasıl olur da bir sürüngene dönüşebilir diye sorarsanız size şöyle derler: Bir balık bir gün bir mutasyon geçirir yani Japonya'daki çocuklar gibi radyasyon gibi bir olayla karşılaşır. Bu mutasyon sonucunda balığın vücudunda bazı değişiklikler olur ve balık bir gün karşınıza timsah olarak çıkar.
Bu çok saçma bir iddiadır. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi mutasyonlar canlılara hep zarar verirler. Onları ya sakat bırakırlar, ya da hasta ederler. Buna rağmen evrim teorisi mutasyonların balıkları geliştirdiğini ve onları bir sürüngene dönüştürdüğünü söylemektedir. Bu, hiç kimsenin inanmayacağı kadar imkansızdır.
Eğer mutasyonlar faydalı olsalardı, Çernobil'de radyasyon sızıntısı olduğunda evrimleşip daha gelişmiş bir canlı olmak için herkes oraya giderdi. Halbuki herkes Çernobil'den kaçmıştır. Ve Çernobil'in olumsuz etkileri hala sürmektedir.
Evrimcilerin bu iddiasını şöyle bir örneğe benzetebiliriz. Siz elinize bir balta alsanız ve renksiz bir televizyona vurmaya başlasanız. Bu televizyonu renkli bir televizyona dönüştürebilir misiniz? Elbette ki hayır. Baltayla televizyona rasgele vurduğunuzda paramparça olmuş bir televizyonunuz olur. İşte aynı, baltayla rasgele vurmak gibi, mutasyonlarda canlılara sadece zarar verirler.
Yani evrimcilerin söyledikleri gibi bir canlıyı daha iyi duruma getirmezler.
Öyle ise buraya kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyelim. Evrimciler bir canlının diğerine dönüşerek evrimleştiklerini söylüyorlar. Ve bu değişimleri ise mutasyonların ve doğal seleksiyonunun gerçekleştirdiğini iddia ediyorlar. Ama biz de gördük ki doğal seleksiyon da mutasyonlar da bir canlının özelliklerini geliştiremezler. Hatta mutasyonlar canlıya resimlerde de görüldüğü gibi zarar verirler.




EVRİMCİLERİN BİR TÜRLÜ BULAMADIKLARI FOSİLLER

ÖNCE
Fosil nedir?
Bazı canlılar öldükleri zaman arkalarında izlerini bırakırlar ve bu izleri yani kalıntıları milyonlarca yıl hiç bozulmadan kalabilir. Ancak bunun olabilmesi için o canlının hava ile temasının aniden kesilmesi gerekir. Örneğin bir kuş yerde dururken üzerine aniden bir kum yığını gelse ve orada kuş ölse, bu kuşun kalıntıları günümüze kadar gelebilir. Veya ağaçlardan akan amber denen sıvılar vardır. Bazen bu amber bir böceğin üzerine akar ve böcek bu amberin içinde ölür. Böylece sertleşerek milyonlarca yıl hiç bozulmadan günümüze kadar gelebilir. Biz de böylece çok eskiden yaşamış olan canlılar hakkında bilgi edinebiliriz. İşte canlılardan kalan bu kalıntılara fosil denir. İleriki  sayfalarda bazı canlıların fosillerini görebilirsiniz.

"Ara tür" fosilleri ne demektir?
Evrimcilerin uydurdukları yalanların en önemlilerinden biri ara türlerdir. Bazı evrimci kitaplarda ara türlere "ara geçiş formu" da denilir. Evrimciler bildiğiniz gibi canlıların birbirlerinden meydana geldiklerini söylerler. Yani onlara göre ilk canlı tesadüfen meydana gelmiştir. Sonra zaman içinde o canlı başka bir canlıya, o da başka birine dönüşmüş ve bu böylece sürmüştür. Size bunu bir örnekle açıklayalım. Örneğin evrimcilere göre balıklar deniz yıldızları gibi canlılardan türemişlerdir. Yani bir deniz yıldızı bir gün bir mutasyon sonucunda önce bir kolunu kaybetmiştir. Sonra milyonlarca yıl içinde diğer kollarını kaybetmiş ve bu kollarının kimi kendiliğinden yüzgece dönüşmüştür. Bu arada yine bir deniz yıldızının balığa dönüşmesi için gerekli olan değişiklikler meydana gelmiştir. (Böyle bir şeyin olması asla mümkün değildir ama biz senaryo gereği anlatıyoruz.) Dolayısıyla evrimci masala göre, bir deniz yıldızı balığa dönüşürken birçok geçiş aşaması yaşamalıdır. Aşağıdaki şekle bakarsanız bu komik iddiayı daha iyi anlayabilirsiniz.

İşte aradaki geçiş aşaması olan bu hayali canlılara evrimde ara tür denir. Yine evrime göre bunların hep yarım organlı canlılar olması lazımdır. Örneğin bir balık bir sürüngene dönüşürken de arada birçok ara tür olmalıdır. Ve bu ara türlerin yarım ayakları, yarım yüzgeçleri, yarım akciğerleri, yarım solungaçları olması gerekir. Ve eğer gerçekten böyle garip canlılar yaşadılarsa bizim onların kalıntılarını yani fosillerini mutlaka bulmamız gerekir. Ancak ne ilginçtir ki, bugüne kadar evrimcilerin var olduğunu iddia ettikleri bu ara tür fosillerinden bir tane bile bulunamamıştır.
Fosiller bilimsel delillerdir. Yani biz fosillere bakarak geçmişte nasıl canlılar yaşadığını öğrenebiliriz. Fosiller bize şunu göstermektedirler: Canlılar birbirlerinden türememişlerdir. Hepsi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde, bugünkü yaşayan örneklerinden hiçbir farkları ve eksiklikleri olmadan bir anda oluşmuşlardır. YANİ HEPSİNİ ALLAH YARATMIŞTIR.


KAMBRİYEN DÖNEMİNDE NELER OLDU?
Allah'ın evreni çok büyük bir patlama sonucu yarattığını size daha önce söylemiştik. Bu patlamanın ardından tüm evren, gezegenler, yıldızlar, dünyamız oluşmuştur. Dünyamızda ilk başta canlı hiçbir varlık yoktu. Ama daha sonra Allah dünya üzerinde tüm canlıları, kuşları, böcekleri, ağaçları, çiçekleri, balıkları, kaplanları, kelebekleri, filleri, zürafaları ve diğerlerini yaratmıştır.
Peki ilk canlılar ne zaman ortaya çıkmışlar biliyor musunuz? Kambriyen dönemi denilen ve günümüzden tam 500 milyon yıl önce yaşanan bir dönemde. Bu dönemde yaşamış olan ilk canlılar salyangoz, solucan ve denizyıldızı gibi canlılardır. Kambriyen döneminde yaşamış olan canlılar da evrim teorisinin yanlış olduğunu bize gösterir. Nasıl mı?
Kambriyen dönemindeki bu canlılar birdenbire ortaya çıkmışlardır. Onlardan önce canlı olan hiçbir şey yoktu. Bu canlıların birdenbire ortaya çıkmaları onların Allah tarafından bir anda yaratıldıklarını gösterir. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri gibi olsaydı, bu canlıların da, kendilerinden daha ilkel atalardan yavaş yavaş evrimleşerek o hale gelmiş olmaları gerekirdi. Fakat, bu canlıların kendilerinden önce yaşamış hiçbir ataları, ara geçiş türleri yoktur. Fosillerde böyle ara geçiş canlılarına hiç rastlanmamıştır. Fosiller bize göstermektedir ki Kambriyen döneminde ortaya çıkan bu canlılar, tüm diğer canlılar gibi birdenbire ve eksiksiz olarak, hiçbir evrimsel ataları olmadan ortaya çıkmışlardır. YANİ ALLAH TARAFINDAN YARATILMIŞLARDIR. Ayrıca Kambriyen döneminde yaşamış olan bu canlıların çok önemli özellikleri vardı. Örneğin o dönemde yaşayan ama sonra soyu tükendiği için bugün bizim göremediğimiz TRİLOBİT adında bir canlı bulunmaktaydı. Trilobitlerin çok karmaşık ve mükemmel gözleri vardı. Trilobit gözü sağ yanda da gördüğünüz gibi yüzlerce petekten oluşuyordu ve bu yüzlerce petek onun çok iyi görmesini sağlıyordu.
Sizce böyle bir canlı bir anda ortada belirebilir mi? Örneğin bugün size küçük kardeşiniz gelse ve şöyle dese: "Dün akşam masada oturuyordum. Birden bire önümde bir sinek belirdi. Nereden geldiğini bilmiyorum, herhalde tesadüfen orada aniden var oldu. Üstelik çok da ilginç peteklerden oluşan gözleri vardı. Ama herhalde bunlar da tesadüfen o anda meydana geldi."
Böyle bir durumda ne düşünürsünüz? Herhalde kardeşinizin küçük olduğu için daha birçok şeyi akledemediğini düşünürsünüz. Fakat ne gariptir ki evrimciler de bu canlıların birdenbire denizde belirdiklerini söylerler. Üstelik bugünkü sineklerin sahip oldukları gözlere onlar da sahiptirler. Bu durumda evrimciler açıkça yalan söylemektedirler. Çünkü gurur ve kibirlerinden dolayı kendilerini ve tüm varlıkları Allah'ın yaratmış olduğunu kabul etmek istemezler. Bu gerçeği örtbas edebilmek için de sürekli yalanlar, hayali senaryolar, masallar uydurup insanları Allah'tan uzaklaştırmak isterler.


BALIKLARIN SÜRÜNGENE DÖNÜŞTÜKLERİ YALANI

Evrimciler, sürüngenlerin balıklardan oluştuklarını söylerler. Onlara göre balıklar bir gün denizlerde yiyecek azalınca karaya çıkmaya karar vermişler ve sonra karada yaşayabilmek için sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Gördüğünüz gibi bu çok komik bir iddiadır. Çünkü karaya çıkan bir balığa ne olacağını herkes çok iyi bilir: BALIK ÖLÜR.
Siz hiç balık tutmaya gitmiş miydiniz? Bir düşünün! Bir balık oltanıza takılsa, sonra onu alıp kurtarsanız ve evinizin bahçesine koysanız ne olur? Demin de söylediğimiz gibi bu balık kısa sürede ölür. Bir gün çok balık tutsanız ve bunların hepsini bahçenize götürüp koysanız ne olur? Yine tüm balıklar ölür.
İşte evrimciler bunu kabul etmezler. Derler ki bu balıklardan biri bahçede ölümü beklerken aniden değişime uğradı ve bir sürüngen oldu ve yaşamaya devam etti! ASLA BÖYLE BİR ŞEY MÜMKÜN DEĞİLDİR!
Çünkü bir balığın karada yaşayan hayvanlardan çok farkı vardır ve bunların hepsi tesadüfen bir anda oluşamaz. Bakın bu balığın karada yaşamak için ihtiyaç duyacağı şeylerden birkaçını size sıralayalım:
1. Balıklar suda yaşadıkları için solungaçları ile nefes alıp verirler. Ancak karada solungaçları ile yaşayamaz ve ölürler. Bunun için bir akciğere sahip olmaları gerekir. Peki diyelim ki bir balık karaya çıkmaya karar verdi. Kendisine bir akciğer nereden bulacaktır?
2. Balıkların bizim gibi bir böbrek sistemleri yoktur. Ancak karada yaşayabilmeleri için buna da ihtiyaçları vardır. Herhalde balık karaya çıkmaya karar verdiğinde, kendine bir de böbrek bulmuştur bir yerlerden!
3. Balıkların ayakları yoktur. Bu yüzden karaya çıktıklarında yürüyemezler. Acaba karaya çıkmayı ilk başaran balık bu ayağı nasıl bulmuştur? Böyle bir şey imkansız olduğuna göre evrimcilerin bu konuda da yalan söyledikleri ortaya çıkmaktadır.
Bunlar bir balığın karada yaşayabilmesi için sahip olması gereken binlerce özellikten sadece üç tanesidir.
Ayrıca eğer balıklar sürüngenlere dönüşselerdi milyonlarca balık sürüngen arası, ara tür fosiline rastlanması gerekirdi. Yani yarım ayaklı, yarım akciğerli ve yarım böbrekli birçok canlı yaşamış olmalıydı. Ve biz de bugün onların fosillerine rastlamalıydık. Ancak böyle bir fosil yoktur.


COELECANTH İSİMLİ BALIK HAKKINDA
Evrimciler yıllarca Coelecanth (sölekant) isimli bir balığı karaya çıkmak üzere olan bir ara tür olarak tanıttılar. Bütün kitaplarında, dergilerinde bu balığı evrimin delili gibi gösterdiler. Coelecanth'ın soyu tükenmiş bir balık olduğunu yani günümüzde yaşamadığını zannediyorlardı. Bu yüzden bu balığın fosiline bakarak bir sürü yalan uydurdular.
Ancak bir gün bir balıkçı denizde avlanırken bu balıktan yakaladı. Sonra bu balıktan birçok kez daha yakalandı. Ve görüldü ki Coelecanth normal bir balıktı. Hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi karaya çıkmaya hazırlanmıyordu. Evrimciler Coelacanth'ın fosiline bakıp "bu balık sığ sularda yüzüyordu, yani karaya çok yakındı, neredeyse karaya çıkacaktı" demekteydiler. Halbuki Coelecanth, sığ sularda değil, çok derin sularda yaşıyordu. Yani Coelecanth evrimcilerin söylediği gibi bir ara tür değildi. Gerçek bir balıktı. Evrimcilerin bunun gibi daha birçok yalanları da ortaya çıkmıştır.


ÇOK SAÇMA


Evrimcilerin çok saçma iddialarından biri de kuşların nasıl oluştuğu ile ilgilidir. Evrimcilerin söyledikleri bir hikayeye göre ağaçlarda yaşayan sürüngenler, zamanla daldan dala atlamaya başlamışlar ve sonunda da kanatlanmışlardı. Yine bir başka hikayeye göre bu kez bazı sürüngenler sinek avlamak için ön kollarını çırpa çırpa koşarlarken ön kolları kanatlara dönüşmüştü.
Bir dinozorun koşarken kanadının çıktığına inanmak çok komik değil mi? Böyle şeyler ancak masallarda, çizgi filmlerde olur.
Üstelik çok önemli bir konu daha var. Bu evrimciler koskoca dinozorun sinek yakalamaya çalışırken kanatlarının çıktığını söylüyorlar. Peki ama sizce sinek nasıl uçuyor? Onun kanatları nereden gelmiş? Koskocaman bir dinozorun nasıl uçtuğunu açıklamaya çalışacaklarına, küçücük bir sineğin nasıl uçabildiğini açıklasalar ya!
İşte evrimciler bunu hiç açıklayamıyorlar. Çünkü size daha önce anlattığımız gibi sinek dünyadaki en iyi uçan canlılardan biri. Saniyede 500-1000 kere kanatlarını çırpabiliyor. Ve bildiğiniz gibi son derece çevik bir şekilde istediği yönde hareket edebiliyor. Evrimciler ne kadar yalan söylerlerse söylesinler kuşların kanatlarının nasıl oluştuğunu açıklayamıyorlar. Bir sineğin kanatlarını ise akıllarına bile getirmek istemiyorlar.
Çünkü doğrusu şudur: Kuşlar da, sinekler de kanatları ve uçma yetenekleri ile birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.


Evrimcilerin ara tür dedikleri Archaeopteryx (arkeopteriks) aslında     tam bir kuştur !

Bakın şimdi sürüngenlerle kuşlar arasındaki yüzlerce farktan birkaçını size sayalım:
1. Kuşların kanatları vardır, sürüngenlerin ayakları vardır.
2. Kuşların tüyleri vardır, sürüngenlerin pulları vardır.
3. Kuşların kendilerine özgü bir iskelet yapıları vardır. Kemiklerinin içi boştur ve bu yüzden ağır olmadıkları için rahatlıkla uçabilirler.
(Bunlar ilk akla gelen bir iki konudur. Bunun dışında bu canlılar arasında daha çok fazla farklılık vardır.
Size daha önce de söylediğimiz gibi eğer bir sürüngen bir kuşa dönüşmüş olsaydı, bu geçişin aşamalarını gösteren sayısız hayvan yaşamış olmalıydı. Ve biz fosiller arasında bu hayvanların da fosillerini görmeliydik. Yani yarım kanatlı, yarısı tüylü yarısı pullu, yarım gagalı, yarım ağızlı yaratıklar bulunması gerekirdi. Ama dünyadaki fosillerin arasında böyle bir yaratık yoktur. Bulunan fosiller ya tam bir sürüngene ya da tam bir kuşa aittir. Demek ki kuşlar sürüngenlerden evrimleşmemişlerdir. Tüm diğer canlılar gibi kuşları da Allah yaratmıştır.
Ancak evrimciler bunu kabul etmek istemedikleri için yalan söyleyerek insanları inandırmaya çalışmışlardır. Nasıl mı?
Günümüzde yaşamayan, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış olan Archaeopteryx (arkeopteriks) isimli bir kuşun fosilini bulmuşlar ve bu kuşun yarı kuş yarı dinozor bir ara geçiş formu olduğunu söylemişlerdir. Ve "Archaeopteryx kuşların atasıdır" demişlerdir. Yani bu onlara göre ilk kuşa benzeyen yarı dinozor canlıdır.

Ancak bu kesin bir yalandır: ARCHAEOPTERYX TAM BİR KUŞTUR!
Çünkü;
 1. Archaeopteryx'in, aynı günümüzde uçan kuşlar gibi tüyleri vardır.
 2. Uçan kuşların kanatlarının bağlandığı göğüs kemiğinin aynısı Archaeopteryx'te de vardır.
3. Archaeopteryx kuşların atası olamaz. Çünkü ondan daha yaşlı kuşların fosilleri bulunmuştur. Yani Archaeopteryx yokken de kuşlar vardır.


HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU?


Bildiğiniz gibi yunus veya balina gibi hayvanlara deniz memelileri denir. Bu canlılar denizde yaşamalarına rağmen, aynı memeliler gibi doğurarak çoğalırlar. Oysa ki balıklar yumurtlayarak çoğalırlar. Peki öyle ise deniz memelileri nasıl oluşmuştur? Elbette ki onları da Allah yaratmıştır. Ancak evrimciler bu gerçeğe inanmak istemezler. Ama yunusların ve balinaların nasıl oluştuklarını açıklayamazlar da. Charles Darwin (evrim teorisini ortaya atan kişi) ise ilk evrim teorisi ile ilgili kitabını yazdığında şöyle bir şey uydurmuştu: Sürekli suda balık avlayan ayıların suya gire çıka bir gün balinalara dönüştüklerini iddia etmişti. Evet yanlış anlamadınız. O çok iyi tanıdığınız tüylü ayıların denizde yüze yüze metrelerce uzunluğundaki kocaman tüysüz balinalara dönüştüğünü iddia etmiştir. Sizce bir ayı çok fazla suya girdiği için balinaya dönüşebilir mi? Öyle ise denize çok fazla giren insanların da bir deniz memelisine dönüşmeleri gerekmez miydi? Son derece komik değil mi!
Bunlar ancak masallarda olabilecek gerçek dışı şeylerdir. Örneğin masallarda deniz kızlarından bahsedilir. Deniz kızları yarı balık yarı insandır. Herhalde evrimciler deniz kızı masallarının çok fazla etkisi altında kalmışlar!




İNSANIN EVRİMİ MASALI

Evrim Teorisi'nin iddiaları bununla da kalmaz daha da ileri gider ve insanların maymundan evrimleştiğini, insanların atalarının maymunlar olduğunu iddia ederler.
Ancak, ne Darwin’in ne de diğer evrimcilerin bu iddiasını doğrulayacak hiçbir delilleri yoktur. Bu iddia da yine tamamen hayal ürünüdür.
Aslında, evrim teorisinin ortaya atılış sebebi, insanlara Allah tarafından yaratıldıklarını unutturmaktır. İnsanlar eğer tesadüfen oluştuklarına ve atalarının bir hayvan olduğuna inanırlarsa, Allah’a karşı sorumluluk duymazlar. Böylece insanlar artık, tüm manevi değerlerini unutur, sadece kendi çıkarlarını düşünen insanlara dönüşürler. Sadece kendi çıkarını düşünen insanlar, vatan sevgisi, bayrak sevgisi, aile sevgisi gibi çok değerli duygularını da kaybederler. İşte evrimciler böyle manevi değerlerden uzak insanlar oluşturmak için evrim teorisini savunurlar. Amaçları insanlara Allah'ın varlığını unutturmaktır. Ve bu nedenle insanlara "Sizi Allah yaratmadı. Siz maymunlardan geldiniz, yani siz gelişmiş bir hayvansınız" derler.
Halbuki insanı Allah yaratmıştır. Ve insan diğer tüm canlılardan farklı olarak konuşabilen, düşünebilen, sevinebilen, karar verebilen, akıl sahibi, uygarlıklar oluşturabilen, iletişim kurabilen tek canlıdır. İnsana bu özelliklerinin hepsini veren Allah'tır.
Hiçbir maymun veya hiçbir başka canlı konuşamaz, düşünemez, karar veremez.


Evrimciler insanın       maymundan geldiğine hiçbir delil gösteremezler.
Bilim alanında "delil" göstermek çok önemlidir. Eğer siz bir iddiada bulunursanız ve insanların buna inanmalarını isterseniz, mutlaka bir delil göstermeniz gerekir. Örneğin yeni tanıştığınız insanlara "Benim adım Ayşe" dediniz. Ve bu insanlardan biri çıkıp dedi ki "ben sizin adınızın Ayşe olduğuna inanmıyorum". Bu durumda bu kişiye delil göstererek adınızın Ayşe olduğunu ispatlayabilirsiniz. Deliliniz ne olabilir? "Nüfus kağıdı"nız bir delil olabilir. Bunu karşınızdaki kişiye gösterirseniz, artık size kesinlikle itiraz edemez.
Bir tane de bilimsel bir örnek verelim. Günümüzden birkaç yüzyıl önce Newton adında ünlü bir bilimadamı çıkmış ve dünyada yerçekimi var demiş. Bunu nereden bildiğini soranlara ise bir delil göstermiş. "Bir elma dalından koptuğunda yere düşüyor, havada durmuyor". Demek ki yerde onu çeken bir güç var ve bu gücün adına yerçekimi demiş.
Öyle ise evrim teorisinin de bilimsel olarak inanılır olması için delil göstermesi gerekir. Örneğin evrim teorisi diyor ki insanın atası maymundur. Biz de o zaman evrimcilere soracağız: Bunu nereden biliyorsunuz? Deliliniz var mı?
İnsanın atası eğer maymun olsaydı, delil olarak yarı insan-yarı maymun yaratıkların fosillerini bulmamız gerekirdi. Ancak bugüne kadar böyle bir fosil bulunamamıştır. Elimizde ya maymun fosilleri ya da insan fosilleri vardır. Yani EVRİMCİLERİN İNSANIN ATASININ MAYMUN OLDUĞUNA DAİR HİÇ BİR DELİLLERİ YOKTUR!
Ancak evrimciler bu konuda sahtekarlıklar yaparak insanları yanıltmaya çalışırlar. Nasıl mı?


Evrimcilerin bazı sahtekarlıkları:
1. Evrimciler yarı insan yarı maymun bir yaratık bulduk diyerek soyu tükenmiş maymunların fosillerini gösterirler.
Buna benzer resimleri mutlaka bir yerlerde görmüşsünüzdür. İşte evrimciler böyle resimler çizerek insanları yanıltırlar. Halbuki böyle canlılar hiçbir zaman yaşamamışlardır. Geçmişte de şimdi olduğu gibi tam insanlar ve tam maymunlar vardır. Hiçbir zaman burada çizildiği gibi yarı maymun yarı insan yaratıklar yaşamamışlardır. Böyle bir şeyin olması kesinlikle imkansızdır. Zaten daha önce söylediğimiz gibi bununla ilgili tek bir fosil dahi bulamamışlardır.
Ancak evrimciler bu konuda hep sahtekarlık yaparlar. Örneğin soyu tükenmiş, günümüzde yaşamayan bir maymun türünün fosilini alırlar ve bunu yarı insan yarı maymun bir yaratıkmış gibi tanıtırlar. İnsanlar da bu konularda fazla bilgileri olmadığı için evrimcilerin bu yalanına inanırlar.
2. Evrimciler farklı insan ırklarına ait fosilleri insanın atası olan yarı insan yarı maymun yaratıklar gibi tanıtırlar.
Hepinizin bildiği gibi yeryüzünde birçok ırktan insan vardır. Zenciler, Çinliler, Kızılderililer, Türkler, Afrikalılar, Eskimolar ve daha birçok farklı ırklara ait insanlar vardır. Ve tabi ki bu farklı ırklara ait insanların bazı özellikleri de farklı olur. Örneğin Çinliler çekik gözlüdürler, zencilerin derileri çok koyu renktedir, saçları kıvırcıktır. Bir Kızılderili veya Eskimo gördüğünüzde hemen onun farklı bir ırktan olduğunu anlarsınız. İşte geçmişte de böyle farklı ırklardan birçok insan yaşamıştır ve bu insanların bazı özellikleri bugünkü ırklardan farklıdır.
Örneğin Neanderthal ırkına ait insanların kafatasları bugün yaşayan insanlarınkine oranla çok büyüktü. Kasları ise bizimkiyle karşılaştırıldığında çok daha gelişmiş ve güçlüydü.
Ancak evrimciler bu ırklar arasındaki farklılıkları insanları yanıltmak için kullanırlar. Örneğin bir Neandertal insanının kafatası fosilini bulunca, "işte bu insanların on binlerce yıl önce yaşamış olan yarı maymun yarı insan atası"derler. Veya bazı ırkların kafatasları daha küçüktür. Bu kafataslarının fosillerini bulan evrimciler bu kez de "bu kafatasının sahibi maymunluktan yeni çıkmıştı, insan olmaya yeni başlıyordu" derler.
Halbuki bugün de kafatasının büyüklüğü genele göre çok daha küçük olan insan ırkları yaşamaktadır. Örneğin Aborijin yerlilerinin kafatası hacimleri çok küçüktür. Ama bu onların yarı maymun yarı insan yaratıklar olduğunu göstermez. Onlar da sizin gibi ve tüm diğer insanlar gibi normal birer insandırlar.
Sonuç olarak evrimcilerin insanların maymundan türedikleri konusundaki iddialarına delil olarak gösterdikleri fosiller ya geçmişte yaşamış ve bugün soyu tükenmiş maymunlara, ya da soyu tükenmiş insan ırklarına aittir. Yani yarı insan-yarı maymun yaratıklar hiçbir zaman yaşamadılar!

Evrimcilerin en büyük sahtekarlıkları:
1. Piltdown Adamı Sahtekarlığı
1912 yılında evrimci bilimadamları tarafından bir çene kemiği ve kafatası parçası fosili bulundu. Çene kemiği maymun çenesine, kafatası parçası da insanınkine benziyordu. Yani evrimcilere göre bu canlı, yarı insan yarı maymundu. Bu kemik parçalarının 500 bin yıl yaşında oldukları ve insanın maymundan türediğine delil oldukları söylendi.
Ve bu kemikler yaklaşık 40 yıl boyunca çeşitli müzelerde evrimin delili olarak sergilendi.
Ancak 1949 yılında bu kemikler üzerinde bazı testler yapıldığında çok şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşıldı: Çene kemiği 500 bin değil, sadece 2-3 yaşındaydı. Bir insana ait olan kafatası parçaları da ancak birkaç bin yıl yaşındaydılar.
Gerçek sonradan anlaşıldı: Evrimciler insan kafatasına maymun çenesi takmışlar ve üzerine kimyasal maddeler sürerek eski görüntüsü vermeye çalışmışlardı.
Yani evrimciler yarı insan yarı maymun fosili bulamayınca bunun sahtesini üretmeye kalkmışlardı.
Bu olay tarihe en büyük bilim sahtekarlığı olarak geçti…

2. Nebraska Adamı Sahtekarlığı
1922 yılında, bir azı dişi fosili bulundu. Evrimciler bu dişin insan ve maymunların ortak özelliklerini taşıdığını iddia ettiler. Daha sonra bu tek dişten yola çıkılarak bu dişin ait olduğu canlı olarak insan-maymun arası hayali bir canlı çizildi.
Hatta daha da ileri gidilerek bu canlının bir de ailesi çizildi. Tüm bu çizimler tek bir dişten yola çıkılarak yapılmıştı… Şöyle bir düşünün. Dişlerinizden biri düştüğünde, bu dişi sizi hiç görmemiş olan bir insan alsa ve dişe bakarak sizin resminizin aynısı yapacağını söylese ona inanınır mısınız? Hatta bu dişe bakarak sadece sizi değil ailenizi de çizeceğini söylese, bu teklif son derece saçma olmaz mıydı? Elbette ki sadece bir dişe bakarak bir canlıyı ve hatta ailesini çizmek tamamen mantıksızlıktır.
1927 yılında ise çok ilginç bir gelişme oldu. Dişin ait olduğu canlının iskeletinin öbür parçaları da bulundu. Diş ne maymuna ne de bir insana aitti.
Diş bir domuzun dişiydi...
Bu olay evrim sahtekarları için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.
Bu resimleri görüyor musunuz? Her evrimci tek bir kafatasına bakarak ayrı ayrı şeyler çizmiş. Onlar da ne çizeceklerine karar verememişler. Çünkü böyle canlılar hiçbir zaman yaşamamış. Bunların hepsi koskoca profesörlerin hayal güçlerinin ürünü. Yani şimdi siz de sokakta bir kemik parçası bulsanız ve elinize bir kalem alıp böyle bir resim çizseniz ve sonra da arkadaşlarınıza götürüp "işte bu canlılar daha önce yaşamışlardı" deseniz size ne derler?
Ama siz bunu yapmazsınız, çünkü bunun ne kadar akılsızca olduğunu biliyorsunuz. Fakat evrimci profesörler her nasılsa bunun akılsızlık olduğunu anlayamıyorlar!



İNSANIN MAYMUNDAN GELMEDİĞİNİN        DELİLLERİ:

1. Bilim adamları çok eski dönemlerde yaşamış olan insan fosilleri bulmuşlardır. Bu insan fosillerinin bugünkü insanlardan hiçbir farkı yoktur. Ayrıca bulunan bu fosillerin yaşadığı dönemde evrimcilere göre insan daha oluşmamış olmalıdır. Sadece insanın atası olan maymunların bulunması gereklidir.
Örneğin İspanya'daki bir mağarada yapılan kazılarda günümüzden 800 bin yıl önce yaşamış olan bir çocuğun fosilleri bulundu. Bu çocuk yüzü bugünkü çocuklarla aynı özelliklere sahipti. Halbuki evrimcilere göre 800 bin yıl önce insanların yaşamıyor olmaları gerekirdi. Onlara göre 800 bin yıl önce yarı insan yarı maymun yaratıkların bulunması gerekirdi. Ancak İspanya'da bulunan fosille anlaşıldı ki insan ilk yaratıldığından beri insan olarak vardır. Hiçbir zaman yarı maymun yarı insan yaratıklar yaşamamışlardır.
2. Bilimadamları taştan yapılmış bir kulübenin kalıntılarını bulmuşlardı. Bu kulübenin yaşını hesapladıklarında 1,5 milyon yıldan daha eski olduğunu buldular. Demek ki günümüzden 1,5 milyon yıl önce ilkel insanlar yoktu. Aynı bugün yaşayan insanlar gibi normal insanlar bulunmaktaydı. Bu da evrimcilerin insan maymundan evrimleşmiştir, önce ilkel insan (yarı maymun yarı insan) vardı, sonra evrimleşerek bu hale geldi iddiasını geçersiz kılmaktadır.
3. Bugüne kadar bulunmuş en eski insan kalıntılarından biri 1.6 milyon yıl yaşındaki Turkana Çocuğu fosilidir. Bu fosil üzerinde yapılan incelemelerde, bunun 12 yaşındaki bir insana ait olduğu ve bu kişinin yetişkinliğe ulaşsaydı boyunun 1.80 metre civarında olacağı görülmüştür. Bu fosil, bugünkü insanla tıpatıp aynı iskelet yapısına sahip olduğu için tek başına insanın maymundan türediği inancını yıkmaya yetmiştir.
4. İnsan, canlılar arasında 2 ayağı üzerinde dik yürüyen tek varlıktır. At, köpek, maymun gibi hayvanlar dört ayaklı; yılan, timsah, kertenkele gibi canlılar da sürüngendir.
Evrim teorisinin iddiasına göre milyonlarca yıl önce dört ayaklı hayvanlardan maymunlar, yürüyüşlerini değiştirerek eğik yürümeye başlamışlardı. Binlerce yıl eğik yürüyen maymunlar daha sonra bir gün, tamamen dik yürümeye başlamışlardı. Sonuçta da insan oluşmuştu. Evrim teorisinin bu iddiası bilimsel çalışmaların sonuçlarına değil, tamamen hayal gücüne dayanıyordu. Son yıllarda bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar evrim teorisinin bu iddiasının bilimsel olarak yanlış olduğunu ortaya çıkardı.
Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre, canlılar enerjilerini en iyi 2 ayaklı veya 4 ayaklı yürürken kullanıyorlardı. Canlı, bu ikisi arası eğik bir yürüyüş yaptığında tam 2 katı enerji harcıyordu.
Öyle ise maymunlar neden çok daha fazla enerji harcadıkları halde milyonlarca yıl eğik yürüsünler? Bu tıpkı bir insanın normal yürümek yerine, sırtına çok fazla yük alarak yürümeyi tercih etmesi gibi bir şeydir. Veya siz iki ayağınız üzerinde dik olarak kolaylıkla yürürken, birdenbire amuda kalkarak yürümeye karar verir misiniz? Elbette ki hiçbir canlı kendisine en kolay gelen yürüyüşünü değiştirmez. Allah her canlıyı en rahat hareket edebileceği şekilde yaratmıştır.
Sonuç olarak evrim teorisi "dört ayağı üzerinde yürüyen maymun neden bir gün iki ayağı üzerinde yürümeye karar verdi?" sorusuna cevap veremez.



EN BÜYÜK FARK
İnsanla maymun arasındaki en önemli farklılık ise insanın ruh sahibi olması maymunun ise ruhunun olmamasıdır. İnsan bilinç sahibi, düşünebilen, konuşabilen, düzgün cümleler kurarak düşüncelerini diğer kişilere aktarabilen, karar verebilen, hisseden, zevk alan, sanatı bilen, resim yapabilen, beste yapabilen, şarkı söyleyebilen, aile, vatan, millet sevgisi gibi manevi değerleri olan, bilgi sahibi bir varlıktır. Bu sayılan özelliklerin hepsi insanın ruhuna ait özelliklerdir. Hayvanların ise ruhları yoktur. İnsan dışında hiçbir canlı bu özelliklere sahip olamaz.
İşte evrimcilerin cevaplayamadıkları sorulardan biri de budur? Bir maymunun insan olabilmesi için hem fiziksel özelliklerinin değişmesi gerekir, hem de bu insanlara ait özelliklere sahip olması gerekir. Doğada, bir maymunu konuşturabilecek, ona resim yapma, düşünme, beste yapma yeteneğini verebilecek bir güç var mıdır? Elbette ki yoktur.
Allah insanı bu özelliklerle yaratmıştır, ama hayvanlara bu özelliklerin hiçbirini vermemiştir.
Görüldüğü gibi bir maymunun insana dönüşmesi kesinlikle imkansızdır. İnsan ilk yaratıldığı günden bu yana hep insandır. Balıklar hep balık olmuşlardır, kuşlar da hep kuştur. Hiçbir canlı bir diğerinin atası değildir. İnsanı ve tüm canlıları yaratan Allah'tır.
Evrimcilerin insanların maymundan oluştuğunu iddia etmelerinin sebebi arada fiziksel bir benzerlik görmeleridir. Oysa dünyada maymundan daha çok insana benzeyen özellikleri olan canlılar da vardır. Örneğin bu resimlerde gördüğünüz papağanlar konuşabilirler. Veya ahtapotların gözleri insanın gözüne çok benzer. Kedi ve köpekler ise sizin de bildiğiniz gibi söz dinlerler, kendilerine söylenenleri yaparlar. Biri çıkıp insanlar eskiden köpekti veya papağandı ya da daha doğrusu ahtapottu dese siz ne düşünürsünüz? İşte evrimcilerin söyledikleri yalanların da bundan bir farkı yoktur.



DARWIN VE EVRİMCİLERİN EN ÇOK KORKTUKLARI KONULARDAN BAZILARI

Size kitabın başında da bahsettiğimiz göz, çok karmaşık ve mükemmel tasarlanmış bir organdır. Gözü oluşturan 40 ayrı parça vardır ve bu parçalardan bir tanesi bile olmasa göz göremez.
Bütün bu küçük parçalar, hiçbir şekilde tesadüfen oluşamayacak kadar ince planlanmış yapılara sahiptirler. Bunlardan tek bir tanesi bile, örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Dahası sadece mercek ile gözbebeğinin yerleri değişmiş bile olsa göz görevini yerine getiremez.
Gözyaşı gibi bize çok basit gibi görünen bir sıvı bile göz için çok önemlidir. Gözyaşı salgılamayan bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Hatta gözyaşı antiseptik özelliği ile gözü mikroplara karşı da korur.
Gözün bu yapısını bir arabaya benzetebiliriz. Bir arabayı oluşturan yüzlerce parça vardır. Ve bu parçaların hepsi olsa ama sadece gaz pedalı olmasa arabayı yürütemezsiniz. Veya motorundaki küçücük bir tel parçası kopsa araba çalışmaz. İşte göz de arabalar gibi tek bir bağlantısı eksik olsa veya tek bir parçası olmasa göremez.
Evrimciler bu nedenle gözlerin nasıl oluştuğunu açıklayamazlar. Çünkü bir gözün tesadüfen oluşabilmesi imkansızdır. Düşünsenize, 40 ayrı parçanın aynı anda aynı yerde tesadüfen meydana gelerek birleşmeleri hiç mümkün olur mu? Yani gözbebeği, mercek, retina, göz kapakları, gözyaşı bezleri ve diğerlerinin tesadüfen oluşmaları ve uygun şekilde bir araya gelmeleri gerekir. Bu da imkansızdır.
Ormanda yürürken bir araba görseniz ve bu arabanın buraya nasıl geldiğini sorsanız. Size de ormandaki bazı maddelerin bir araya gelerek bu arabayı oluşturduklarını söyleseler buna inanır mısınız? Arabanın motoru, debriyajı, direksiyonu, freni, gaz pedalı, el freni, camları, kaportası, bagajı ve daha yüzlerce parçasının tesadüfler sonucunda oluştuklarını ve sonra bir araba oluşturacak şekilde birleştiklerini iddia eden birinin aklından şüphe etmek gerekir.
Göz ise arabadan daha da karmaşık ve mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ise gözün de tesadüfler sonucunda oluştuğunu söyleyenlerin akıllarından şüphe etmek gerekir.
İşte Darwin de gözün nasıl ortaya çıktığını açıklayamamıştır. Ve şöyle demiştir: "Gözleri düşünmek beni bu teoriden soğuttu" (Norman Macbeth, Darwin Retried: An oppcal to reason, Boston; Gambit, 1971, Sayfa 101) Teorinin kurucusu Darwin bile gözlerin mükemmel yapısı karşısında çaresiz kalmıştır.




Darwin tavus kuşunun tüylerini de                   düşünmek istemiyordu…
Hiç kuş tüylerini incelemiş miydiniz? Kuş tüyleri kuşların uçmalarını sağlayan çok karmaşık özelliklere sahiplerdir. Her kuş türünün tüyü farklı renklere sahiptir ve bizim çok hoşumuza gider. Örneğin tavuskuşunun tüyleri o kadar güzeldir ki, insanlar hep tavuskuşu tabloları yaparlar veya kumaşların üzerine tavus kuşu tüyünün motiflerini çizerler.
Ancak kuşların ve özellikle tavus kuşunun tüylerinden hiç hoşlanmayan biri vardır. Bu kişi Charles Darwin'dir. Çünkü Darwin tüm diğer canlılar gibi tavuskuşunun tüylerinin de tesadüfler sonucunda meydana geldiğine inanmaktadır. Ama bu tüyler o kadar mükemmeldir ki, hiç kimse bu kadar mükemmel bir tüyün tesadüfen oluştuğuna inanamaz. Bunun üzerine Darwin şöyle demiştir:
"Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor" .
Bizim çok hoşumuza giden tavus kuşunun tüylerini Allah yaratmıştır. Ama Darwin bu gerçeğe inanmak istemediği için "hasta olduğunu" söylemiştir.



VÜCUDUMUZDAKİ BİLGİ BANKASI: DNA


Size daha önce söylemiştik: İnsan vücudunda trilyonlarca hücre vardır. Ve bu hücrelerin her birinin içinde de bir insanın sahip olduğu tüm özellikler saklanmıştır.
Peki bu bilgiler hücrenin içinde nereye saklanmıştır? İşte bundan daha önce söz etmemiştik.
Hücrelerin her birinin çekirdeğinde DNA adında bir molekül bulunur. DNA insan vücuduna ait tüm bilgileri içerir. Sizin saçınızın veya gözlerinizin rengi, iç organlarınız, dış görünümünüz, boyunuzun uzunluğu gibi tüm bilgiler DNA'nızda şifreli olarak bulunmaktadır. Bu bilgiler ise 4 farklı harf kullanılarak şifrelenmiştir; A, T, G, C. Her harf bir molekülün isminin baş harfini göstermektedir. Bu dört harf farklı şekillerde dizilerek farklı bilgileri meydana getirir.
Bunu bir alfabeye benzetebilirsiniz. Örneğin bizim alfabemizde 29 harf vardır ve bu harflerin farklı dizilimleri ile farklı kelimeler meydana gelir. İşte DNA'daki 4 harfin farklı şekillerde dizilmesi ile farklı bilgiler oluşur.
DNA'da çok büyük miktarda bilgi vardır. Bunun ne kadar fazla olduğunu anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz: Eğer DNA'daki bilgileri bir kağıda dökmemiz gerekseydi, her biri 500 sayfa olan 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekirdi. Bu ansiklopedileri sığdırmak içinse bir futbol sahası uzunluğunda kütüphaneye ihtiyacımız olurdu. Ancak bu kadar çok bilgi bizim gözümüzle bile göremeyeceğimiz kadar küçük olan bir moleküle sığdırılmıştır.
Peki bu kadar bilgiyi oraya kim yazmıştır? Ve bu kadar çok bilgiyi o kadar küçük bir yere kim sığdırabilmiştir? Evrimciler bunların hepsinin tesadüfen gerçekleştiğini söylemek zorunda kalırlar. Ama böyle bir şeyin tesadüflerin sonucunda meydana gelmesi kesinlikle imkansızdır.
Yukarıda size kütüphane örneğini vermiştik. DNA'daki bilgiler bir futbol sahası uzunluğundaki kütüphaneyi dolduracak kadar çok ansiklopediye sığar demiştik. Siz bir kütüphane dolusu ansiklopedi görseniz, bu ansiklopedilerdeki bilgilerin tesadüfler sonucunda yazıldığını düşünür müsünüz? Yoksa çok fazla bilgili öğretmenlerin, profesörlerin mi bu ansiklopedileri hazırladıklarını, sonra bu ansiklopedilerin bir basımevinde basıldığını mı düşünürsünüz? Tabi ki doğru ve akla uygun olan ikinci seçenektir.
Evrimcilerin DNA tesadüfen oluştu demeleri neye benzer biliyor musunuz? Bir gün birinin gelip, "basımevinde bir patlama oldu ve bu patlamanın sonucunda bu kütüphane kendi kendine oluştu" demesine benzer.
Veya bir gün sınıftaki sıranıza oturdunuz ve masanızın üzerinde "Türkiye'nin coğrafi özelliklerinin" yazılı olduğu bir sayfa buldunuz. Bunu kim yazdı diye sorduğunuzda yanınızdaki arkadaşınız size şöyle dese: "Biraz önce bu kağıdın üstünde bir şişe mürekkep duruyordu. Ben yanlışlıkla masaya çarpınca mürekkep kağıdın üzerine döküldü ve bu yazı ortaya çıktı". Arkadaşınızın aklından şüphe ederdiniz herhalde.
İşte evrimciler bundan daha da saçma bir şeyi iddia ederler.
Nasıl ki bir sayfa yazı bile tesadüfen kendi kendine oluşamaz, mutlaka onu yazan biri vardır. DNA gibi mükemmel bir bilgi bankası da kendi kendine tesadüfler sonucunda oluşamaz. DNA'yı yaratan üstün ve güçlü olan, her şeyi yapmaya gücü yeten, yerin, göğün ve ikisinin arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır.



HERŞEYİ YARATAN ALLAH’TIR


Milyarlarca bilgiyi gözümüzle bile göremeyeceğimiz kadar küçük bir yere sığdıran Rabbimiz'dir.
Bizi, ellerimizi, gözlerimizi, saçlarımızı, ayaklarımızı yaratan Allah'tır.
Ailemizi, anne babamızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi yaratan da Allah'tır.
En sevdiğimiz yiyecekleri, çikolataları, pastaları, şekerleri, bize sağlık ve güç veren meyve ve sebzeleri bizim için yaratan Allah'tır. Eğer Allah bizim için onları yaratmasaydı biz hiçbir zaman çikolatanın tadını bile bilemezdik.
Bize tat ve koku alma duyusunu veren Allah'tır. Eğer Allah bize bunları vermeseydi biz sevdiğimiz bir şeyi yediğimizde onun tadını alamazdık. Patates de yesek, pasta da yesek bizim için aynı olurdu. Ama Allah biz sevelim, hoşumuza gitsin diye hem güzel lezzette ve güzel kokuda yiyecekler yaratmış hem de bizlere onların tatlarını ve kokularını alacak duyular vermiştir.
Hayatınız boyunca hoşunuza giden, zevk aldığınız, çok eğlendiğiniz birçok şey olmuştur. Bu bir yiyecek olabilir, bir oyun veya oyuncak olabilir, çok sevdiğiniz insanlarla birlikte bir yere gitmek olabilir. Hiçbir zaman unutmayın ki bütün bunlardan zevk almanızı sağlayan sizin Rabbiniz'dir. Allah sizi çok sevdiği için size hep güzel nimetler vermektedir.
Her şeyden önce siz yoktunuz. Bir düşünün doğmadan önce hiçbir yerde değildiniz. Yani siz bir hiçtiniz. Sizi Allah yarattı. Siz yokken sizi var etti.
Öyle ise hayatımızın her anı için Allah'a şükretmeliyiz. Her sevindiğimiz ve hoşumuza giden şeyde hemen Allah'ı düşünüp, bizlere bunları verdiği için "Allah'ım bunları bana verdiğin için sana şükrediyorum" demeliyiz. Eğer hoşumuza gitmeyen bir durumla karşılaşırsak da yine hemen Allah'a dua etmeliyiz. Çünkü bizi bu tür durumlardan kurtaracak olan da Rabbimizdir.
Allah her duamızı mutlaka duyar ve karşılık verir. Çünkü Allah bizim içimizden geçirdiklerimizi, düşündüklerimizi bilir. Örneğin siz bu kitabı okurken içinizden bazı şeyler düşünüyor olabilirsiniz. Ve siz söylemediğiniz sürece düşündüklerinizi evdeki hiç kimse bilemez. Ancak Allah aklınızdan geçen her şeyi duyar ve sizi her an görür. Siz yalnız olduğunuzu sandığınız anlarda bile Allah sizi görür, ne yaptığınızı bilir.
Bu nedenle güzel ahlaklı insanlar hiçbir zaman "nasılsa şimdi beni kimse görmüyor" diye kimse yokken yanlış şeyler yapmazlar. Yalnızken bile Allah'ın kendilerini gördüğünü ve işittiğini bilerek hep güzel davranırlar.



SONUÇ


Bu kitabın hazırlanmasındaki amaç sizlere tüm canlıları ve tüm evreni yaratanın Allah olduğunu anlatmaktı. Tüm evrenin Allah tarafından yaratıldığı çok açık bir gerçektir. Ancak bazı insanlar Allah'ın varlığına inanmak istemezler. Bu yüzden bu insanlar evrim teorisi yalanını ortaya atmışlardır.
Biz bu kitapta her şeyi yaratanın Allah olduğunu anlatırken bir yandan da evrim teorisinin doğru olmadığını anlattık. Biz çok az kısmından söz ettik ama evrim teorisini yalanlayan daha başka birçok konu vardır. Ve evrim teorisine şimdiye kadar tek bir delil bile bulunamamıştır.
Artık sizler evrim teorisini savunanların yalan söylediklerini biliyorsunuz.
Bundan sonraki hayatınız boyunca gördüğünüz her şeyin üzerinde düşünün. Örneğin bir sivrisineği uçarken gördüğünüzde sivrisineğin nasıl oluşabileceğini düşünün. Veya bir meyve yerken o meyveye tadını ve kokusunu Allah'ın verdiğini düşünün. Gökyüzünde ayı ve yıldızları gördüğünüz zaman onları orada yaratanın Allah olduğunu sakın unutmayın. Allah'ı hem siz düşünün hem de arkadaşlarınıza hatırlatın. O zaman Allah sizi çok sever ve daima sizi güzellikler içinde yaşatır.